Mistizm, teoloji, din, uhrevi, ilahi, tabu, doğma, doğmatizm, bunlar birbirine yakın kavramlardır. Homeros’a göre “Krallar Jüpiter’in oğullarıdır, egemenliklerini ondan alırlar.” İlk ve Orta çağda hükümranlık yetkisinin ilahi olduğuna dair bir inanç vardır. Bu, Türk kavimlerinde kut anlayışı şeklinde kendini gösterir. Yönetme erki yaratıcı tarafından bazı kimselere bahşedilmiştir. Bu yetki kan yoluyla aktarılmaktadır. Sultanlar Allah’ın gölgesi olarak adlandırılmaktadır. Göçebe toplulukları bir arada tutmanın zamkı kut anlayışıdır denebilir. Türkler Müslüman olduktan sonra da benzer anlayış devam etti şeklinde düşünülebilir. Devlet yönetme yetkisi Osmanlı hanedanına aittir. Diğerleri reayayadır, Sultanın kullarıdır. Marxist teoride toplum modelinde din, aile, eğitim gibi unsurlar üst yapı aracı olarak sayılır. Üretim araçları, sur-plus, mal varlığı ile mülkiyet alt yapıdır. Üst yapı unsurları alt yapı unsurlarını elinde tutanlarca bu yapıyı meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Marx, Paleolitik dönem avcı ve toplayıcı topluluklar için din unsuruna ciddi eleştiri getirmezken Neolitik Çağ’la birlikte din olgusuna ciddi eleştiri getirir. Burada tarım devrimi ile mülkiyetin ortaya çıkması ve yönetici sınıfın varlığının belirmesidir. Bu sınıf artık egemenliklerinin aracı olarak nitekim dini kullanır. Büyük İskender’in Makedonya’dan İndus vadisine kadar devasa bir imparatorluk kurmasında pek çok faktör vardır. Bunlardan bir tanesinin din olduğu düşünülebilir. İskender’in doğum gününde Efes’te bulunan Artemis Tapınağı yanar. İskender’in Anadolu’ya girmesiyle Manisalı Hegesias İskender’in doğumuyla Artemis yangını arasında hemen bir bağ kurar. Ona göre “Tanrı Artemis, İskender’in doğumuyla uğraştığı için yangını fark etmedi.” Etrüskler, Roma’nın kurucu gücü sayılır. Romalılar, ilkçağın pagan inancı üzerine varlıklarını inşa eder. Etrüsklerde kral aynı zamanda en büyük dini liderdir. Dominatus döneminde ise bu krala resmen tanrı, Roma Tanrısı denmiştir. Roma’nın Hıristiyanlaşması döneminde dini referanslar değişmekle birlikte dinin egemenlik referansı olduğu gerçeği pek değişmez. Roma İmparatorluğu döneminde tapınaklar, İmparatorluğun egemenliğini güçlendirmekte ve Roma İmparatorlarını tanrılaştırmaktadır. Hz. İsa “Sezar’ın Hakkı Sezar’a; Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya veriniz.” der. Bu haliyle ilk Hıristiyanlık, dünyevi olmaktan çok uhrevidir. Cismani değil ruhanidir. Maddiden çok manevi alemi ağır basar. İlk Hıristiyanların (Havarilerin) korkunç zulümler gördüğü bilinmektedir. Manevi haz, kişisel olgunluk ve manevi zenginlik bunlar için geçerlidir. Ancak Hıristiyanlığın devlet dini haline gelmesiyle bütün parametrelerin değiştiği görülür. Saint Paul, St. Agustinus’a göre Dünya Devleti bir günah üzerine kurulur (Hz. Adem’in Cennet’ten kovuluşu). Bunun için asıl olan Tanrı Devleti’dir. Dünya devleti Tanrı Devleti’ne boyun eğmelidir. Bu Hristiyanlığın öncüsü sayılan teologlar belki dediklerinde samimi olabilirler. Ancak Tanrı Devleti’ni yine bizatihi insan var edeceği için bu çoğu kez tanrılamışların devleti olarak karşımıza çıkar. Ortaçağ’ın karanlık olduğu iddia edilir. Her yönden gerilik olduğu söylenir. Ancak bu tezin doğru olmadığına dair kanıtlar da mevcuttur. Zenginliğin kaynağına sahip dini çevrelerin oldukça etkileyici bir biçimde kilise ve donatılarını yaptıkları gözlenir. Ortaçağ bu açıdan dini mimaride oldukça farklı bir konuma sahiptir.