Egemenliği din ile sağlayanların zaman zaman egemenlik paylaşımı konusunda ters düştükleri ve kendi aralarında mücadeleye giriştikleri görülür. Kilise ile krallar arasındaki bu minvaldeki kavgalar uzun vadede seküler toplumu var eder. Ortaçağ’ın sonuna gelirken İtalya’da ticaretle zenginleşen Burjuva sınıfı orta ya çıkar. Bu sınıf güçlendikçe kilise ile iktidar mücadelesine girer. Kendi kiliselerini kurarlar. Bu kiliselerin kime hizmet edeceği, hangi kesimi veya gücü meşrulaştıracağı bu saatten sonra bellidir. Bu nedenle bu kesimin beslediği Rönesans aydınları, Aydınlanma felsefecileri dinin kendisinden daha çok dini kullanan kesimleri tartışır. Machiavelli, eserinde kral ve prensleri ya da devlet yöneticilerini tanımlarken hükümranlık anlayışının ilahi olduğu fikrine hiç değinmez. Bu düşünür, bu aşamada pragmatik(faydacı) bir önermede bulunur. Machiavelli’ye göre bir hükümdarın dindar gözükmesi halkın hoşuna gider. Bu durum onun iktidarını pekiştirir. Machiavelli, burada bir kişinin içselleştirmediği bir dini veya anlayışı dahi propaganda malzemesi olarak kullanmasından ve bunun propaganda ve pragmatik etkisinden söz eder. Özetle Machiavelli’ye göre egemenlik anlayışının kaynağı din olmasa bile dinin kendisi egemenliği sağlamak için kullanılabilirdi. 1917’lerde Lenin imzasıyla yayımlanan bildirilerde Rusya içerisinde yaşayan Müslümanların ve Türklerin her türlü inanç özgürlüğü ve kültürlerinin garanti altına alınacağı veya alındığı vurgulanır. Ekim Devrimiyle zor günler geçiren Rusya özgürlüklerden daha çok toprakları içerisinde yaşayan farklı unsurları bu bildirilerle bir arada tutma çabasındadır. Böyle bir yorumu, rejim yerine oturduktan sonra Rusya’nın aynı topluluklar üzerindeki baskılarına bakarak çıkarabiliriz. Petrol bölgelerini Osmanlı’dan koparmak isteyen Batılılar, özelde İngilizler, bölge halkı Arapları Osmanlı aleyhinde harekete geçirmek için dini kullandıkları bilinmektedir. İngiliz Wifrid S. Blunt, yükselen değer milliyetçiliği de devreye sokar. Ona göre Hz. Muhammet Arap’tır. Halifelik Arapların hakkıdır. Üstelik Batılılaşan Türkler İslamiyet’e ihanet etmektedir. Türklerin halifeliği gaspı söz konusudur. Bu basit propaganda dili pek çok Arap kabileleri üzerinde etkili olur. Etki o denlidir ki Türklerin Batılılaşarak İslamiyet’e ihanet ettiğine inandırılan kimi kabileler, kendilerine bu telkinleri verenlerin de birer batılı olduklarını fark etmezler. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlılar, ayaklanan Arap kabileleriyle, İngiliz ordusuyla uğraşırken kendisine karşı yürütülen psikolojik harp ile de mücadele etmek zorunda kalır. İngilizler tarafından Araplar arasında Osmanlı topçu atışıyla Kudüs’te Hz. İsmail’in türbesinin yıkıldığı haberi yayılır. Böyle bir söylentinin bir defa yayılmasından sonra düzeltme imkânı neredeyse yoktur. Kitle iletişim araçları olmadığı için türbenin yıkılmadığına dair görüntüleri televizyon vb. kanallarla hızlıca yayma fırsatı bulunmamaktadır. Dünya Savaşı’na müteakip Komünist blok güçlenir. İspanya iç savaş nedeniyle Amerikan etkisi Orta Amerika’da ve Latin Amerika’da kendisini hissettirmeye başlar. Amerikan yönetimi bu ülkelerde kendi yanlısı gurupları iktidara getirmek veya iktidarda tutmak için çaba sarf eder. Kimi sosyalist guruplar ise Ant Dağlarına kendilerine mesken tutarak gerilla hareketleriyle sosyalist rejimlerin kendi ülkelerinde kurulması için harekete girişirler. O denli ki Camillo Torres adlı rahip “İsa bugün yaşıyor olsaydı gerilla
olurdu.” Der. Torres’in bu söylemi üzerine Hz. İsa gerilla olarak resmedilip bu resim dağıtılır. İslamiyet’in de Hıristiyanlığın da devlet dini haline geldikten sonra hızla yayıldıkları görüldü. Aslında devlet eliyle bir dinin yayılması temelde birtakım sorunları da doğurdu. İlerleyen süreçte İslam toplumlarında bir yanda egemenliği pekiştirmek için dini kullanan bir yönetici sınıfın ortaya çıkmasına neden oldu. Öte yandan mevcut güçten yararlanmak isteyen özünde inançla barışık olmayan münafık tipler türedi. Hz. Peygamberin vefatıyla dinden dönme vakalarıyla İslam dünyası ilk büyük şokunu yaşadı. Muaviye, Sıffin Savaşı’nda askerlerine mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını bağlatması İslam dünyası için ikinci büyük şok oldu. Türkiye’de dinin çok eskiden beri kimi zaman bir siyasi argüman şeklinde kullanıldığı dile getirilmektedir. Bunun yanında dinin propaganda aracı olarak kullanılması karşı din propagandasını doğurmaktadır. Şeyh-ül İslam fetvasıyla padişahları tahtan indiren Yeniçerinin ancak Sancak-ı Şerifin ortaya çıkartılmasıyla kaldırılması mümkündü. II. Mahmut da bunu yaptı. Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal’in aleyhine çıkartılan fetvalara aynen cevap verilmesi gerekmekteydi. Bu nedenle Ankara müftüsünden diğer yüz elli üç tane müftünün de onay verdiği karşı fetvalar alındı. Dinin varlığını kökten sorgulayarak bu konuda ilk ciddi sistematik eleştiriyi getirenler sosyalist ve komünist düşünürler olur. 1789 sonrasında ortaya çıkan milliyetçilik akımı egemenliğin kaynağının değişmesine yol açar. Artık egemenliğin kaynağı daha bir dünyevi olan millettir. Bu egemenlik kaynağının değişimi dahi sessizce büyük bir devrim kabul edilir. Ortaçağ’dan günümüze egemenliğin kaynağı açısından dinin ayrıştığını görürüz. Fakat halen günümüze egemenliğin pekiştirilmesi veya egemenliğin ele geçirilmesi adına dinin kimi zaman önemli bir unsur olduğu söylenebilir. Din, Türk toplumunda önemli bir yer tutar. İnanç özgürlüğü, inandığını yaşamak temel insan haklarındandır. Ancak kimi zaman insanların inançlarının kullanıldığını dile getirmek de mümkündür. Bir sosyal medya adresinde yayımlanan bir video Allah’ın Hikmetinden sual olmaz şeklinde bir başlıkla sunulur. Video 1.200.000 kişi tarafından paylaşılır. 14 milyon üzerinde izlenmesi vardır. Karadeniz’de bir nehrin iki kolunun buluşma noktası videoda gösterilmektedir. Nehrin bir kolundan çamurlu bulanık su akarken diğer kolundan berrak su akmaktadır. Bunlar buluşup birbirine karışmaktadır. Bu iki koldan farklı su akması Allah’ın hikmetiyle açıklanır. İnsan tahribatı sonucunda ağaçsız kalan yerde erozyon olduğu diğerinde olmadığı aklıselim insanın aklına gelmez… Söz konusu videonun hangi amaçla bu adla yayımladı bilinmemektedir. Ancak video izlensin diye ona mistik bir hava yüklendiği kanaatine ulaşılabilir. 1970-1980 arasında MNP (Milli Nizam Partisi) ve MSP’nin (Milli Selamet Partisi) ortaya çıkışı, Erbakan önderliğindeki bir siyasi oluşumun dini söyleme ağırlık vermesi AP’yi (Adalet Partisi) derinden etkiler. Çünkü MSP’ye kayan oylar CHP gibi sol tabandan daha çok sağ tabandan olmaktadır. MSP’nin dini söyleme ağırlık vermesiyle AP’nin de benzer hamleler yaptığı görülür. Seçim meydanlarında AP amblemli Kuranlar dağıtılır. Bir yere mitinge giden Demirel’e miting meydanında karşılama heyeti tarafından kalabalıkların gözü önünde Kuran hediye edilir. Günümüzde din hale pek çok devletin yapısında oldukça etkilidir. Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, dinin siyasete alet edilmemesi gerektiğini söylemekle beraber, dinin bir propaganda aracı olarak sıklıkla
kullanıldığını iddia eder. Din her dönem propagandanın bir şekilde içinde yer alır. Bazen bir tarafın din argümanını kullanması diğer tarafı da buna iter. Din ile karşı propaganda yapılıyorsa aleyhinde karşı propaganda yapılan gurup buna din propagandasıyla cevap vermek zorunda kalır. Din alanı hassastır. Dini özgürlükler ve vicdan, dindarlık ile dini propaganda malzemesi yapmak gibi konular birbirinden ayırt etmek bazen nerdeyse imkânsız hal alır.