Kurada bize iki yıl üst üste çıkmıştı 1986'nin baharında. Gitme vakti geldiğinde, yüreğim Nihavent bir eserle uyanırdı her sabah.15 gün evvelden salonun ortasına, büyücek karton koliyi oturtur, aklımıza gelen lüzumlu her şeyi sarardık, kâğıdın yumuşak zarifliğinde.Her kesimde araba yoktu. Didim'e seferler aktarmalı yapılırdı o yıllarda. Önce Söke, ardından Didim.
Kamp için taksi tutmak gerekirdi. Zahmetliydi, eziyetliydi ama sahip olduğumuz en güzel heyecandı.Özel İdare Kampının mutfağı vardı, küçük tüp götürürdük. Yedi aylık buzdolabını da, ağzına kadar doldururduk.Kampa gitme gününün akşamına kadar kolinin kapağı kapanmazdı. Defalarca kontrol eder, yine bir şeyler bulurduk içine koyacak. Cacığa sarımsak için havan, son anda yetişirdi pakete. Sevdaya sarılmış kalın kınnapla düğümlerdik kamp çeyizimizi. Keyifle aşılan yollar, ayrılığın hüznüyle biterdi, bir dahaki kuraya kadar.
Özel İdare kampına katıldığımız ilk günü unutamam.Bizim odamız tarlaya bakıyordu. Şans, kimisi sabah kalkınca denizi görüyordu. Olsun! Dedik.
Altınkum'un güzelliği yeterdi.,Sonraki yıllarda, Dsi’nin kampı açıldı, şantiye karavanlarında. Şansımızın eli valizinde duygularıyla oraya da gittik çok şükür.İlk yıllar, herkes torbaya girdi. Ankaralısı, Üsküdarlısı, amiri, memuru, tanış olduk, denize vuran balık pullarında. Yıllar ilerledikçe sınıf farkı geldi akla. Kategorilere girdik, boy sırası gibi. Hatta kendi kampımıza gidemez olduk.O şantiye karavanlarının içinde geçen 15 günü hiç unutamam. Sinek teliyle bantlanan karavan penceresi, yemek salonunda yapılan eğlence gecesi, anılarımın gül sularında kaldı.
Su, elektrik, duş sorun değildi. Yalnız o kampın davetsizleri, sivrisinekler yok mu ya, onlar bile yıldıramazdı. Kahvaltı ve yemekler kamptan verilirdi.Yemek sırasındaki fon müziği Minik serçe Sezen’in “Sen ağlama” parçası ile, geri dönülmeyen yılların uçurum kıyısında olurduk.
Ayırdına varamadık, yakamozlara karışan zamanın. Karavanlara öylesine ısındık ki, umurumuzda değildi denize bakan Amir evleri. Ranza yataklı karavanın yorgun aynasında, saçını tarardı kızım, beş yaşının çalımıyla. “Hadi Gari” dondurmacısı, sahile vuran balıkçı tekneleri, gün batımı Altın kum Gel-gitleri hâlâ yüreğimde çörekli. Anahtarı bizde olan, kapısı numaralı, gece yatacak yerimiz olan seyyar sayfiyemiz.
Sonraki yıllarda karavanlar anılara sarılıp, denizaşırı unutuldular. Aşka dadanan kumru çırpınışları gibi, hayalimize çakıldılar. Yerine iki katlı binalar yapıldı, yemek salonu değişti, tahta masa sandalye yerine Formika takımlar, yat gezisi, Amerikan Bar, eğlence geceleri ile renk cümbüşü olmuştu kamp. Biz bize değildik artık o sevinç yumağının içinde.Evlerin deniz görmeyen yerleri iki yıldızlı otel gibiydi, ama hiç önemli değildi. Gece balık ızgara kokan sahilin ışıkları, kaynamış darının buharı yeterdi bize. Kimleri ararsanız vardı gece yürüyüşlerinde. Şimdi, yıllar yılları kovaladı görmeyeli, Didim yollarını.
Kampa katılmak, gittikçe zor olmaya başlamıştı. Oğlum iki kez kampı yaşadı. İlkinde bebekti, sonrakinde iki dişi çıkmıştı. Hatırlayamadı, anılarını bir türlü. Ankara Oteli’nin önünden faytonla kamp içine girişimizi, Dolunay’ın bahçesinden denize düşen yakamozları kıskanmasınlar diye sakladım hep, fitne-fücura sarılmış yıllardan.Bitmesini istemediğimiz günler, kuşku duymuşçasına zamana sarıldı.
Söke aktarmalı bitmek bilmeyen Didim yollarında, dönüşte sarılıp ağlaştığımız arkadaşlıklarımız oldu. Sonra kamp da satıldı, Tes-İş Sendikası’na. Hüzün, zaman tünelinin çıkışında bekliyordu sabırsızca. O günlerin çocukları, çocuklara kavuştu beyaz zakkumlu yol ayrımında.Yıllar sonra yazlıklar oldu, siteler boyu. Turgut Reis’ten Davutlara kadar, sırt, sırta komşular. Kamelyalar altına mangallar tütsülendi eski arkadaşlığın unutkanlığında.Alanya-Alara Kampı’nın havuzu, Enez Kampı’nın Günebakan tarlaları, Saroz körfezi, yakama yapışmış buse gibi imgelerimde.Balkonda kendini epriyen melisa yaprakları ne iyi ettiniz, beni eski yazlara götürdünüz.Şimdi anılarımın gözpınarlarından Kızılırmak gibi geçti Didim yıllarım.Bir başka sefere Midye gülüşlü yazda buluşalım.