İlkokulu Rize’de bitirmiş. Askerliğini Samsun da 24 ay yapmış. Asker sonrası Rize’de 4 yıl bakkal’lık yapmış. Evlenmiş 2 oğlu bir kızı olmuş. Sonunda baba mesleği kahvecilikte karar kılmış. Gerisini, Gümrükönü’nü sabahın ilk ışıklarında kehribar çay kokusuna bulayan ustadan dinleyelim.“Babam Ömer Tuğcu 1949 da geldi Aydın’a, ben 1950 de. Şimdi ki Aybekler’in olduğu yerdeydi ilk kahvemiz. “Laz’ların kahvesi” diye de bilinirdi.
Emekli Polis Ali Gürler’e ait bu mekândan 1973 yılında ayrıldık. Şimdiki yerim, Antik sokak da 39 yılımı doldurdum. Arnavut taş döşeliydi bu Gümrükönü yolu yarım asır önce. Bu dükkânı İsmail Hakkı Silip’den Otuz Sekiz bin lira’ya aldık. İsmail Hakkı Silip burada Denizli sirkeleri bayiliği, pekmez, turşu, sabun satar, toptan bakkaliyelik yaparmış. Benim müşterilerim yukarı dağ köyleri olan Kalfaköy, Ambarcık, Horozköy, Dağemir ve Danışmentli. Abimle beraber yürütürdük bu işi, babamdan sonra o da vefat edince yanlız kaldım”.Yaşlılar kahvesi de denilen bu mekânda Nargile ve oyun yok. Dut ağacının Huşu gölgesinden yansıyan sessizlik, Çay’ın her yudumunda iki asır öncesine götürüyor insanı. Dışarıdaki esnaf Tuğcu için “ Sabah ezanın da yola koyulur, erkenden açar kahveyi.
Kazanın altı yanar, çay oluncaya kadar, sandalyeleri, masaları, terazi ve tepsileri sabunlu bezden geçirir, akşam ezanına kadar bardaklar klorak’la ovulur” Ramazan’da kahve’yi kapatır ama yine de içi durmaz otursunlar diye sandalyeleri kaldırıma sıralar. Salı günü bayram yeri gibidir kahvenin içi. Kimler iner gelir tepelerin kekik kokulu yollarından. Özlem vardır şehir Kahvesinin tahta iskemlelerinin üstünde bir Cigara içiminde.Mütevazı, güleç yüzlü, pırlanta gibi kalbi olan Rize’li Mehmet, kiminle sohbet edileceğini, hangi tiryakinin ne içeceğini ezberlemiş. Ev sahibidir Tuğcu, dertlerini bohçalayanların uzun muhabbetlerinde.
Yarım Asırlık Ocak sevdalısı, eski yılların gizemini şöyle dillendiriyor “Asker de 15 gün sigara içtim, bir daha ağzıma koymadım ama ömrüm dumanın içinde geçti. Kahveye her çeşit insan gelir. Omuzunda heybesi, Gabara’lı kunduralarının gıcırtısında Gayfa yap! Diyen dağ köylülerini unutamam. Çırakken ustasına, babasına çay söyleyen çocuklar şimdi delikanlı oldu, halen gelirler. Kömür ocaklı, bakır kazanlar ve Lüks lambalı karanlık geceler geride kaldı.
Buz sonradan geldi, bulamazdık sıraya girerdi millet. Buzdolabı mı var eskiden, Kar koyardık fıçılara, toprak küplere, Gazoz öğle soğutulurdu. Her esnafın dükkânında su testisi olurdu. Akşamdan buğulanmış. Ama kahvenin yanına yine de haşlama su giderdi, maşrapa ile.Eski güzellikler unutulurken bazı değerleride götürdü. Aydın’a küçük geldiğimden alıştım insanlarını, huylarını, kültürünü. Esnaf arkadaşlarım vardı, bu sokağın derin hatırasında. Yufkacı Lütfi Özkunt, Fıçıcı Galip, Tenekeci Yaşar, Mobilyacı Şenol Çelikmen, Manifaturacı Mehmet Emin, Terzi Arif Baltacı, Saatcı İsmail, Terzi Haydar Akıncı, Nail Benli, Bakkal Mehmet Emin Kuzu, Camcı Mehmet Pınarlı. Hepsi anılarda kaldı. Bazen bırakayım şu işi, yeter artık dediğim oluyor. Ama benim kahveme hep sıkılanlar geliyor, sonra bende sıkılırım diye zamanını bilemiyorum.
O yüzden erkenden çıkıp geliyorum”. Bir zamanlar Atlar, Merkepler bağlanırmış bu sokağın Efsunlu kaldırımlarına.Kıl heybeden yayılan keçi yoğurdu’nun iki dirhem kokusu daha bez torbaya girmeden Otantik pazara yayılırmış. Sepetle çıkılırmış eskiden Salı pazarına. Heybeler, keletirler, kanaviçe çuvallarla süslenirmiş. Kağnılarla Ay ışığında yola çıkan Lahanalar şimdi Jeep’lerle, traktör kasalarında geliyor alçak gönüllü kahvenin pencere önüne. Kekik kokulu Sabahlara uyanın.