İnsanoğlu milyonlarca yıldır yeryüzünde… Bilmeyen var mı? Bin-iki bin, yüz bin-üç yüz bin değil; milyonlarca sene… İnsanoğlu, demir çağının sonunda yazıyı kullanır. Sonra tarihi çağlar başlar. Yazının kullanılmasından önceki dönem karanlık… Hem de zifiri. Yazı ilk kez yaklaşık altı bin yıl önce bulunur. Öyle de insanoğlu’nun milyonlarca yılı nasıl karanlık olur? Olur, hem de bal gibi… Milyonlarca yıl süren ilkellik… Söz konusu milyonlarca yıl hakkında geri kalan bilgi de kısıtlı… Milyonlarca yıl ilkellik neden sürer? Süremez mi? Yazı bilinmemekte… Bilgi yaygın kullanılmamakta ve aktarılamamakta… İletişim neredeyse yok… Yokun karşılığı ilkellik… Hem kayıt tutmadan devlet olunur mu? Devletsin sen, mahkeme, tapu, nüfus, vergi kayıtlarını tutacaksın… Tarihçilerin gözden kaçırdığı da bu? Yazı, sadece aşk romanı yazmaya yaramaz. Devlet olmanın en önemli aracıdır, aynı zamanda… Aynı nedenle, ilk adam gibi devletlerin ortaya çıkışı ilkçağın başıdır. Diğer bir ifadeyle yazının kullanılmasından sonrası… İlkyazı taşlara, kile(tablet) yazılır. İlkelce bir iş ama önemli… Yazı olduğu için ilkçağ yaklaşık beş bin yıl sürer. Milyonlarca yıl süren ilkel dönemin uzunluğunun yanında beş bin sene nedir ki? Ortaçağda, Çinlilerin bulduğu kâğıt etkili bir biçimde İslam dünyası tarafından kullanılır. Yazıyı taşa kazımaya çalışma ilkeliği ile kâğıdı kullanma pratikliği aynı olur mu? Olamaz elbette! Bu nedenle ortaçağ sadece dokuz yetmiş beş sene sürer. Yeniçağda ise matbaa kullanılır. Matbaa demek devletin kayıt tutma becerisinin artırılması ve kültürün hızla aktarılması demektir. Avrupa’nın dini siyasi ekonomik sosyal yapısını baştan aşağı değiştiren reform hareketlerinin öncüsü Martin Luther’dir. O, yanıltıcı bir şekilde reforma yol açan Protestan görüşlerin ilk sahibi sanılır. Değildir… On birinci yüzyılda Jas Huv, Protestan görüşlerin ilk sahibidir. Ancak matbaa olmayışı nedeniyle onun görüşlerinin etkisi mahallî kalmıştır. Yeniçağ üç yüz otuz yıldır. Sebep belli… Milyonlarca yıldan beş bine, oradan dokuz yüz yetmişe, dokuz yetmişten de sadece üç yüz otuz yıla… Arada müthiş bir fark var…

Yazan ve yazı teknolojini kullanan toplum çağı yakalar veya çağ atlar ya da yeni bir çağ açar… Son otuz yıldan beri olan gelişmeler akıllara durgunluk verecek cinsten… Cep telefonları için misal getirelim. Cep telefonunun sadece on beş yıllık geçmişi var. İlk cep telefonları nasıldı? Takoz gibiydi. Sadece konuşamaya yaramaktaydı. Şimdi hepsi birer dünya… İnternet var şimdi… Dünya son otuz yıldan beri bundan dolayı hızla değişti. İnsanoğlunun yeryüzünde görüldüğü andan itibaren böyle değişim hızı görülmedi. Neden mi? Otuz-kırk yıl öncesini düşünelim… Amerika’da herhangi bir cerrahi alanında bir eser yayınlansa Türk hekiminin önce bu eserin yayınından haberdar olması gerekecekti. Eğer haberi olursa, o eser ta oradan Türkiye’ye getirilecek, arkasından tercüme edilecekti… Şimdi internetten hangi eserlerin yayınlandığını takip etmek ve bu eserleri internetten anında indirmek mümkün… Hal böyle olunca değişimin hızı baş döndürücü olmakta...

Bugün internet ve bilgi teknolojilerinin sunduğu imkânlarla çok fazla bilgiyi, saklama, görüntüleme, karşılaştırma ve aktarma mümkün hale gelir. Hal böyle olunca şirketler ve devlet büyüme fırsatı yakalar. Tapu, vergi, nüfus kayıtlarının derinliği ve pratikliği devlete güçlü bir manevra alanı oluşturur. Büyük şirketler hiç korkmadan en ücra köşelere dahi yatırım yapar. Gutenberg, 1454 yılında Almanya’da matbaayı kullanır. Matbaanın icadından önceki milyonlarca yılda bilenen sadece iki tane mucit vardır. Bu icattan sonra 1950 yılına kadar ki yaklaşık beş yüz yılda ortaya çıkan mucit sayısı iki yüzdür. Günümüzde mucit falan yoktur. Çünkü günümüzde o kadar çok mucit var ki… Kimin mucit olduğu anlaşılmamaktadır. Apple şirketinde çalışan, program geliştiren, yeni ürünlerde payı olan tüm mühendislerin her biri birer mucit değil midir? Eğitim sistemimizde güzelliklerin sayısı oldukça fazla… Hal böyleyken kimi uçuklar eğitim sistemimizin ortaçağ ayarında olduğunu söyler. Bu söylem, çok ağır bir itham… Ancak kimi zaman eğitimimiz Gutenberg dönemi görüntüsü vermektedir. Yanılıyor muyum? Her yere üniversite olsun mu? Olsun! Ancak kimimiz, her yere üniversiteden ziyade üniversitelerimizi teknoloji yuvası ve üretim merkezi haline getirmek daha önemlidir derse haklı mıdır? Bence yerden göğe kadar haklıdır. Her yere üniversite yapıp bu üniversiteler bilim ve teknoloji merkezi yapılabiliyorsa ne ala! Yok değilse, her yere üniversiteden öte her yere teknoloji satan üniversite fikri tercih edilmelidir. Böyle yaparsak, yani yazarsak yazıyı, “gelişmişlik” Türkiye’nin yazısı(kader) olur. Aksi düşünüldüğünde “gelişmişliğimiz” yazı turaya kalır.