Avrupa aydınlanmasının yarattığı yenidünya düzeni karşısında çok dinli, çok kültürlü, çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunu ayakta tutmak isteyen padişahlar; 18. yüzyılda dış dünyaya açılarak modern bir devlet kurmanın yollarını aramıştır. Ancak batının asırlar boyu geliştirdiği sosyal sistemine ait kurumların benzeri bir yapılanmayı tercih ettiklerinden attıkları her adım geriye beslenmiş, işlevsiz hale gelmiştir. Hâlbuki Osmanlı’da iki sınıflı toplum düzenini değiştirecek; orta sınıfı, aydınlar grubunu ve siyasi mücadele tabakalarını oluşturacak; özel mülkiyete, sermaye birikimine ve sermaye girişimine izin verecek nitelikte aydınlanmacı ve kalkınmacı projelerle yeni toplum inşa edilmeliydi. Bu düşüncemizi, Osmanlı'nın iki yüz yıl uğraş verdiği modernleşme çabalarını açıklayarak ortaya çıkartmaya çalışacağız.[1],[2]


Lale Devri (1718-1730), Osmanlı’nın modern devlete geçiş düşüncesinin başlangıcıdır. Padişah III. Ahmet döneminde yönetici sınıfların tüm engellemelerine karşın matbaa kurulmuş, fabrikalar açılmış, kültür ve sanat anlayışı gelişmişti. Haram ve helal tartışmaları arasında gizlice planlanan Patrona Halil isyanıyla (1730) kanlı bir şekilde bastırılan Lale Devri sonlandırılmış, padişah sürgüne gönderilmişti.[3]


Çok değil, yaklaşık çeyrek asır sonra 1789’da III. Selim’in Nizamı Cedid programı uygulanmıştır. Bu dönemde ulema ve ümera sınıfının nüfuzunu kıracak lahiyalar yürürlüğe girmiş, askeriye A’dan Z’ye yenilenmişti. İlim, sanat, ticaret, ziraat, teknik ve sanayideki ilerlemelerle cazibe merkezi haline getirilen imparatorluk topraklarında iş sahaları açılmıştı. Ne yazık ki Kabakçı Mustafa isimli bir piyonun başlattığı isyan (1807) hedefine ulaşmış, yenilikler akamete uğramış, III. Selim katledilmişti.


II. Mahmut'un Anadolu ve Rumeli Ayanlarına tavizler vererek 1808’de imzalattığı Senedi İttifak ile sarsılan devlet otoritesi tekrar sağlamıştı. Ancak padişahın Türk modernleşmesine katkısı Senedi İttifak ile değil devletin ve toplumun çehresini değiştirecek reformlarda saklıdır. Yenilikler karşısında akıbetini öngöremeyen Yeniçeriler “şeriat isterük” sloganıyla ayaklanmış, İstanbul’u yakıp, yıkarak yağmalamışlardı. Padişah ise Yeniçeri Ocağını 1826’da top ateşine tutarak yok etmiştir.[4]


Abdülmecit 1839’da tahta çıktığında, iş yapamaz haldeki devleti düzeltmek istediğinden alt yapısı II. Mahmut döneminde gelişen Tanzimat Fermanını (Gülhane Hattı Hümayunu) yayınlamıştır. Tanzimat Fermanıyla hayata geçirilen reformlar; Türk düşünce sisteminde köklü bir değişimle beraber anayasal demokrasi sürecini hazırlamıştır. Ancak tebaanın gâvur icadı kabul ederek karşı çıktığı kararlar güçlüklerle uygulama imkânı bulmuştur.


Türk Anayasacılığının gelişiminde bir diğer önemli adım yine Abdülmecit döneminde yürürlüğe konulan Islahat Fermanı (1856)’dır. Bu fermanla tebaa içerisindeki gayrimüslimlere yeni haklar tanınmak suretiyle Avrupa devletlerinin kışkırtıcı faaliyetleri etkisiz kılınmak istenmiştir.


Ne savaşlar ve devletin dağılma tehlikesi ne de Balkan ayaklanmaları ile mali buhran modernleşme çabalarına set çekememişti. Babıali’nin desteğiyle çok önemli modernleşme hamleleri kaydeden Abdülaziz, hem Tanzimat reformlarına bağlı kalmış hem de yenilikleri bir adım ileri taşımıştı ki Bulgar isyanı gerekçesiyle 1876’da çıkarılan isyanda tahtan indirilip katledilmişti.


Tanzimat döneminde yetişen Jön Türkler (Genç Osmanlılar) ise Midhat paşa başkanlığındaki komisyonun hazırladığı Kanun-i Esasi Anayasasını (I. Meşrutiyet) 1876’da kanlı bir darbe ile tahta çıkan II. Abdülhamit’e kabul ettirmişlerdi. Fakat padişah, anayasal düzen yerine mutlakıyeti tercih ettiğinden 93 Harbini (1877-1878) bahane ederek Kanun-i Esasi’yi rafa kaldırmış, devleti otuz yıl istibdatla yöneteceği mutlak monarşi düzeni kurmuştu.


20. yüzyıl İttihat ve Terakki Cemiyetinin II. Abdülhamit’e karşı etkili muhalefet yaptığı yıllardı. Dağılmanın eşiğindeki devleti yönetme kabiliyeti iyice zayıflayan padişah, uzun sürfe sonra 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmış ve Kanun-i Esasi düzenine dönülmüştü. Meclis açılmış, seçimler yapılmış, İTC meclis sandalye sayısının çok büyük çoğunluğunu elde etmişti. Ancak bu kez demokrasiye kapalı ve meşrutiyet karşı alaylı askerler kışlasından çıkmış, 31 Mart ayaklanmasını (1909) başlatmış, kısa sürede İstanbul’u ve meclisi teslim almışlardı. Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti’nin modern dönüşüm evreleri tebaaya dayatıldıkça ya dinsizlik ya da geleneğin tasfiyesi kabul edilmiş ve beklenen sonuç alınamamıştır.

***

Kaynakça:

(i)Mehmet Kayıran/Mustafa Yahya Metintaş, Türkiye'de Anayasal Gelişme, Makale, 2017, Erişim Tarihi:10.06.2021, (https://dergipark.org.tr).

(ii)Ahmet Özkiraz/Berkan Hamdemir, Anayasacılık Hareketleri, Kapitalizm ve Osmanlı, Makale, 2009, ErişimTarihi:10.06.2021 (https://dergipark.org.tr).

Dipnotlar:

[1]Geri besleme, sisten değişikliğe karşı direnç gösterilmesi ve eski haline geri dönmeye çalışılmasıdır.

[2]Osmanlı Devleti'nde toplumsal yapı Tanzimat öncesine kadar devleti yönetenler (seyfiye, ilmiye ve kalemiye) ve yönetilenler (tebaa) adıyla ikiye ayrılırdı.

[3]Yönetici sınıfı, padişahın yetki tanıdığı devlet görevlisidir. Seyfiye sınıfında; sadrazam, beylerbeyi, sancak beyleri, kapıkulları, tımarlı sipahiler bulunurdu. İlmiye sınıfını; kadılar, kazaskerler, imamlar, müezzinler, tarikat şeyhleri, şeyhülislam gibi ulemalar teşkil ederdi. Kalemiye sınıfını defterdarlar, reisülküttap, defter eminleri, nişancı gibi bürokratlar oluşturmuştur.

[4]Ayanlar (Malikâne sistemi), Celali isyanlarıyla birlikte çiftini çubuğunu terk ederek tımar sisteminden ayrılan çiftçilerden boşalan toprakları ele geçirerek güç sahibi olandır.