Hz. Muhammed, “Rızkın onda dokuzu ticaret ve cesarettedir” buyurur. O muhterem insan, bu sözü söylemekle kalmaz; bizatihi kendisi de ticaretle ilgilenir. Onun, Mekke ile Şam arasında, Hz. Hatice’nin kervanlarına liderlik ettiği bilinmektedir. Mekke’de o dönemde belli bir zengin zümre vardır. Söz konusu zümrenin zenginlik kaynağı ticarete dayanmaktadır. Ancak şöyle bir sorusuna yöneltelim kendimize; bu neyin ticareti böyle? Bugünle dünü karıştırıp petrol şeklinde bu soruya cevap vermek uygun olmaz. Haydi, hurma dediniz… Ama hurma ticari çeşitlilik adına yeterli bir cevap değildir. Küçük bir hatırlatma; Mekke ve Medine kentleri Arabistan Yarımadası’nın Hicaz bölümünde yer alır. Kızıldeniz kıyıları yani… O dönemdeki ticaretin şahdamarı Baharat yolu, Hindistan, Umman Denizi, Kızıldeniz kıyılarından Akdeniz’e uzanır. Baharat Yolu, deniz yolu olarak bilinse de kara bağlantılı bir yoldur. Süveyş Kanalı, o vakitler yoktur. Hz. Muhammet, döneminde Mekkeli Araplar, Baharat yolunun kara bağlantılarında önemli görevler üslenir. Onlar, Hint yarımadası, tropikal ve sup-tropikal ürünlerini Kızıldeniz kıyılarından Şam, Halep, Hatay hatta oradan Anadolu içlerine kadar götürür. O bölgelerden geri dönerken Arap tüccarlar develerine, Antep, Hatay ve ta Lübnan’a kadar uzanan Amanos (Nur) dağlarının batı eteklerinden(Akdeniz’e bakan yamaçlar) zeytinyağı, kuru incir gibi ürünleri Mekke ve Medine’ye getirir. Nitekim de Kuran’ı Kerim’de incir ve zeytin üzerine yemin edilmesi o dönem Arapları tarafından bu ürünlerin bilindiğini bize göstermektedir. Kuran’da bu ürünler üzerine yemin edilmesi sadece bu ürünlerin, mucizevî olmasından değil aynı zamanda o dönemin şartlarında çok pahalı olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü söz konusu ürünler çok uzaklardan develerle az miktarda getirilebilmektedir. Bu ürünleri ancak çok parası olanlar alabilmektedir. İslamiyet ilan edildiğinde Arabistan Yarımadası’nda ticaret yaygındır. Ticaret nedeniyle kimi ellerde toplanan para bolluğu aynı bölgede tefecilik(faiz) faaliyetlerini ortaya çıkarır. Hz. Muhammet, peygamberliğini ilan ettiğinde ticaretin kendisini değil; para ticaretine (rant) karşı çıkar. O, üretime dayalı bir ticari sistemi savunur. Üretim üzerindeki faiz yükünü kaldırmak ister. Sonuç, üretmeli ve üretilen mal pazarlanmalıdır. Şimdi çoğumuz kendini Müslüman olarak tanımlar. E, bu tanımlama, Hz. Muhammed’in tavsiyelerini takip etme zorunluluğu getirmez mi bizlere? Zeytinimiz var yağımız da incirimiz de… Ancak zeytin sadece bizde yok? İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan gibi ülkeler de bu ürünü yetiştirir. Avrupalılara soralım; zeytinyağı deyince hani ülke onların akıllarına gelir? Hemen Yunanistan derler. Amerikalılar zeytinyağı deyince sadece İtalya’yı bilir, tanır. Sonra biz, bizim zeytinyağımız var diyelim ve kendimizi Müslüman olarak tanımlayalım. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ticaret, Ermeni, Yahudi ve Rum unsurların elindedir. Aydın ahalisi’nde bir Yahudi tüccar, 10 katır ile köy köy dolaşıp ticaret yapar. Bu katırların sadece birisinde iğne, iplik, çuvaldız gibi mamuller yüklüdür. Diğer dokuz katırdaysa boş çuval veya küfeler vardır. Köylüde o vakitler nakit para yoktur. Yahudi tüccar bir kutu iğne iplik verir köylüye; onun karşılığında köylüden aldığı bir çuval incir veya zeytini katıra yükler. Sonra onca katırlık zeytin veya inciri şehirdeki büyük tüccarlara satar. Ticaretle birlikte Rum, Yahudi vb azınlık unsurlarının elinde önemli bir kapital(para) birikir. Bunun üzerine onlar, para ticaretine başlar. Müslüman’a faizle borç verirler. Borçlar, ödenmeyince, onların topraklarını haczettirirler. Topraklar büyük bir hızla el değiştirir. Ticaret yapmasını bilmeyen Müslüman, toprağını da kaybeder. 1915 yılı, Ermeni nüfusunun, I. Dünya Savaşı nedeniyle yerlerini değiştirmesini öngören Tehcir Kanunu ile Kurtuluş Savaşı yıllarında Rumlarla-Müslümanlar arasındaki toplumsal barışın bozulması sonucunda pek çok Ermeni ve Rum, Anadolu topraklarını terk eder. Onların bir kısmı Avrupa ve Amerika’ya gider. Bu unsurlar, ticaretin kurdudur. Göç ettikleri ülkelerde ticari faaliyetleriyle hemen yükselirler. Büyük şirketlerin sahibi olurlar. Bir avuç Ermeni nasıl Avrupa ile Amerikan hükümetlerini etkileyebilir? O ülkelerdeki Türk ve Müslüman nüfus yoğunluğu kimi yerlerde daha fazla… Nasıl olur bu, nasıl? Cevap gayet basittir. Onlar, oralara tüccar olarak giderler, biz ise 1960’lı yılların işçisi olarak gideriz. Ticaret nasıl bir şeydir. Köylü nenemin, iki kilo peynirini çöküp pazaryerinde, satmaya çalışması değildir elbette… Bir gsm şirketinin on milyon abonesi olsun. Vergiler, personel giderleri, işletme maliyetleri çıktıktan sonra bu şirket abone başına bir lira kazansa dahi bu, bir ayda on milyon lira eder. Eski parayla on trilyon… Ticaret böyle bir şey işte… Her din, dil, ırk ve meşrepten herkesin ticaret yapma hakkı elbette var. Ancak bize gelince ticaret yapmayalım; büyük şirket sahibi olmayalım isterseniz… Aman dikkat, ticaret Müslüman’a haramdır(!)