Geçen hafta içerisinde güzel ve sıcak havalı bir gün yakalayınca hemen karar verip Kuşadası’na gitmeye, siteye uğrayıp bahçeler ne durumda, ekime hazır mı diyerek yola çıktım.
Evet, hava güzel. Bekçi, bahçemi çapa makinesiyle çapalamış ve temizlemiş. Fidan arıklarını da yapayım mı deyince:
-Yok, arıkları yapma. Önümüzdeki hafta geldiğimde ben kendim yaparım dedim. Ücretini ödeyip siteden ayrıldım. Kuşadası ilçe merkezine doğru yola çıktım. Sitede 10 – 15 kişiden başkası yoktu. Almanya, Hollanda, Avusturya, Fransa’dan daha kimse gelmemiş. Ama oradakiler üç masa okey takımı kurmuşlar bile. Ben oyun çeşitlerini bilmediğim için Ada’nın içeresinde epey tanıdığım olan Avcılar Kulübü’ne giderim. Orada kimseyi bulamazsam EKODOSD Derneği’ne uğrarım. Başkan Bahattin Sürücü, mutlaka cennetten bir köşeye benzeyen renk renk çiçeklerle donanmış bahçede olurdu. Bahçeye girdiğimde 15 – 20 kadar hanım akşam verilecek olan seminer veya bir konuyu anlatma çalışması yapıyorlardı. Bahattin Başkan, Güzelçamlı sahilinde yaralı olarak bulunan deniz kaplumbağasını almaya gitmiş ama akşam yapılacak olan toplantıya mutlaka gelmemi tembih ederek beni uğurladılar. Ben de Aydın Yazarlar ve Şairler olarak yayınladığımız Aydın Efesi isimli dergimizi onlara vererek deniz kenarına gittim. Belediyenin işlettiği kafeye oturup bir su içerim diye düşünüyordum. Burada her şey diğer yerlere göre ucuz olduğundan her zaman dolu oluyordu. Self servis vardı. Personel sayısı azdı, olsun. Ürünler taze ve güvenilir bir durumda olduğundan Kuşadası halkı hemen her saat burasını dolduruyordu.
Daha çayımı ve suyumu almadan yanıma birisi sandalyesini çekerek oturdu. Verilen selamı almak için başımı kaldırdığımda şaşırdım. O da benim gibi emekliye ayrılmış, lisede görev yapmış eski bir dost. Sarıldık, hal hatır sorduk. Adanın içerisinde bir ev almış. İngiliz ve Almanların da bulunduğu güzel bir setiymiş. Hava güzel olunca Davutlar’daki yazlığına gitmiş, bahçede çalışmış. Domates, patlıcan ve biberleri dikmiş. Sonra bana birini bekleyip beklemediğimi sordu. Beklemediğimi söyleyince “Bak arkadaşım, buradan daha kaliteli, seçkin ve nezih bir yer var oraya gidelim” deyince kalktık, marinadaki uygun bir yerde oturduk. Laflar döndü dolaştı, geldi piyasaya. Ülke çok kötü durumda imiş. Patlıcan 8 – 9 lira, domates – soğan 6 – 7 lira biber 8 lira, salatalık 6 lira diye başlayan bir sürü şikayetler sızlanmalar. Ben cevap vermeyince ‘Sen şikayetçi değil misin?’ diye sordu. Bak Hocam bu söylediklerin benim hiç umurumda değil diye cevap verince. “Nasıl yani?” diyerek bana şaşkın şaşkın baktı.
“Hocam benim hanım iki kızıyla yazın siteye göçtüğümüzde kilosu 1 – 2 liraya kasalarla domates alırız. Ben yıkama ve ayıklama işlerini yaparım. Hanım ve kızlar doğrama, haşlama ve kavanoza alma işini yaparlar. Tam tamına 140 – 150 kavanoz. Sonra bunları dörde bölerler. Bize düşen 40 kavanoz yaz domatesini bir kışta ancak bitiririz. Patlıcan közlemesi ile biberleri de yazdan hazırlarız. Biz aile olarak kışın güneş görmeyen domates, patlıcan, biberi kullanmayız. Merak etme, bir ay geçmeden bunların hepsi pazara uygun fiyatlarla gelir” deyince benim rahat tavrıma şaşkın şaşkın baktı… “Tabii senin tuzun kuru” diye cevapladı. Oysa onun tuzu daha kuru idi. Bütün imkanlar elinde olan bu arkadaşıma Barış Manço’nun bir şarkısını göndersem mi diye düşünüyorum