Türk toplumunu diğer toplumlardan, özellikle de Ortadoğu coğrafyasındaki halklardan ayıran en önemli özellik ulus bilincidir. Kederde ve sevinçte bir olabilmenin, hissedişin, ortak duyguların adıdır ulus olabilmek.
Halkımız bu bilinçle, Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirdi. 7’sinden 70’ine, gencinden yaşlısına, erkeğinden kadınına herkes, Anadolu coğrafyasını emperyalist işgalden arındırmak için canını dişine taktı. Azim, kararlılık ve iman gücü sayesinde olmaz denilenler olduruldu, bulunmaz denilenler bulundu ve Türk ulusu emperyalizme, onun yerli işbirlikçilerine en güzel cevabı verdi.
***
İşte bu kutlu mücadele, ulus olma bilincinin ete kemiğe bürünmüş, somutlaşmış haliydi. Aynı ulus bilincinin farklı yansımalarını, yardımlaşma ve dayanışma kültürünü Kahramanmaraş merkezli, 10 ili etkileyen deprem felaketinde de gördüm.
Kötü haberin duyulmasının ardından siyasi görüşü, etnik kimliği, mezhebi, yaşam biçimi ne olursa olsun Türk ulusunu oluşturan bireylerin tümü seferber oldu. Açılan yardım kampanyalarına kimi 20 lira kimi 500 bin lira bağışladı. Maddi gücü ne olursa olsun ne kadar koca ve sağlam yürekli insanlar olduklarını kanıtladı bu güzel insanlar.
Siyasî arenadaki kutuplaşma, ne yazık ki, şu dönemde de varlığını sürdürüyor olsa bile toplum katmanlarında bu kutuplaşma öyle çok derinden hissedilmedi. Toplum, mantık ve sağduyu ekseninden ayrılmadı, ayrılmıyor.
***
Türkiye, işte bu ulus bilinciyle, kederde sevinçte kenetlenerek bu güç günleri de aşacaktır. Devletimiz ve ulusumuz büyüktür. Elbirliğiyle yaralar sarılacaktır. Esas olan Kahramanmaraş depremini “milat” kabul ederek, yanlışlardan ders çıkarmak, bilimin ve aklın yol göstericiliğinden sapmamaktır.
Rant değil, halk odaklı politikalar izlenirse, insan yaşamının değerliliği her şeyden üstün tutulursa işte o zaman bir şeyleri değiştirmiş oluruz.