Her şey ilk önce Kürt lideri Barzani’nin Ankara’ya gelip Peşmerge flamasını hava alanı ve Başbakanlığa asmasıyla başladı. Bu olay çokça tartışıldı. İkinci tartışma, Diyarbakır’a Recep Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın 1 Nisan’da gelişlerine bağlı olarak asılan bir afişle devam etti. Koca bir bez afiş “Her Evet Şeyh Sait ve arkadaşlarına bir fatihadır” diye yazıyordu. İnsan aklına durgunluk veren bir afişle, Cumhuriyeti yakmak, ülkeyi parçalamak isteyen birine fatiha okunması isteniyordu. Ülkenin Başbakan’ın resim de, afişinin son bölümüne konmuştu. Afişe tepkiler gelince, AKP Genel Merkezi “Bu afiş bizim dışımızda Diyarbakır AKP İl Başkanlığı tarafından hazırlanmıştır” dedi. Her ne olursa olsun birileri sürekli hatalar yaparak sanki toplumun sabrını test ediyor. Devleti idare eden bir siyasi, şeyh Sait isyanı yüzünden Musul ve Kerkük’ü kaybettiğimizi bilmelidir. İsyanın ardından ülkede sert tedbirler alındı. İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Suçlular, yaptıkları eylemin cezçasını darağacında asılarak ödediler. Bütün bu kargaşa ve isyanların ardında İngiliz parmağı olduğu delilleriyle ortaya çıktı. Genel kurmay Başkanlığının 1972’de yayınlandığı “Türkiye Cumhuriyetinde ayaklanmalar” 1924-1938 adlı kitap, isyanın tamamen İngiliz gizli servisinin Musul’u elimizden koparmak üzere tezgahlandığı bir oyun ve hainlerin bir karşı ihtilali olduğunu yazar. Esasında Musul ve Kerkük konusu Türkiye’yi birinci derede ilgilendirir. Mustafa Kemal 1920’de Ankara’da yaptığı bir açıklamada “Türkiye-Irak sınırı Musul’un güneyinden geçmelidir. Aksi halde büyük sorunlar yaşanabileceğine dikkat çeker, Mustafa Kemal Atatürk görüşünün doğru olduğu bugün yaşanan olaylarda daha iyi anlaşılıyor. Konu önümüzdeki günlerde Türkiye’nin başını oldukça Kerkük’ü peşmerge paçavralarıyla donattılar. Şüphesiz ki yer yerinden oynadı. Hani “Kerkük’ü kürtlere kim verdi?” diye soruyor ve silahlı mücadeleye hazır olduklarını ilan ediyorlardı. Kerkük ve Türkmenler konusu önümüzdeki süreçte de konuşulmaya devam edecek. MUSUL-KERKÜK MESELESİNİN TARİHÇESİ Toplanan Lozan konferansında, Musul’u elde etmeye kararlı olan İngiliz heyeti, gerekçelere karşı çeşitli demogojilerle direndi ve Musul meselesi konferansın ikinci celsesine bırakıldı. İkinci celse görüşmelerde meselenin iyice çıkması üzerine Türk heyeti yeni bir çözüm önerdi. Plebisit, yani halkoyu. Musul’da bir oylama yapılmalı ve vilayet halkına Türkiye’mi yoksa İngiliz mandası altındaki Irak’a mı katılmak istedikleri sorulmalıydı. Bu teklif Lord Curzon tarafından kabul edilmeli, çünkü İngiltere Musul halkına dönemin egemen ideolojisi olan sosyal darvinizm gözüyle bakıyor, onları sözde güdülmesi ve İngiliz çıkarları için sömürülmesi gereken ilkeller olarak görüyordu. Türk heyeti İngiltere’nin bir çok tuzak teklifini kabul etmedi ve Türkiye’nin Musul’dan vazgeçmeyeceğini ifade etti. Lozan konferansının sonraki celselerinde de bir gelişme olmadı. 4 Şubat’ta yeni bir barış projesi hazırlayan İngilizler ve müttefikleri barış görüşmelerinin kesilmesi tehdidinde bulunarak bunu Türk heyetine kabul etmeye çalıştılar. Sonunda Musul meselesi İngiltere ve İngiltere arasında bir yıl içinde ortak bir anlaşmayla çözümlenmek üzere konferans programından çıkarılmasını istedi ve Türk heyeti yurda döndü. Kısacası Lozan Barış Konferansı Musul meselesini çözüme kavuşturmadan sona erdi. Mesele Lozan Antlaşmasından sonra Haziran 1926’ya kadar sürüncemede kalacaktı. Bu süreçte yaşanan gelişmeler, Türk tezinin haklı olduğunu gösteriyordu. Musul halkında Türk, kürt, Türkmen veya Arap olsun, Türkiye’ye katılma yönündeki yönelimler ağır basmaya devam etti. Özellikle kürtlerin Türkiye’ye ve Ankara’ya bağlılığı ağır basmaya devam etti. Bitlis milletvekili Yusuf Ziya bey, TBMM’de yaptığı konuşmada bir kürt olarak “bir insanı ikiye bölmek veyahut herhangi bir parçasını ayırmak mümkün değilse, Musul’u Türkiye’den de ayırmak mümkün değildir” diyerek bölgede Türkler ve Kürtler arasında bir ayrılığın olmadığını savunmuştu. Milletler cemiyeti, 30 Eylül 1924’de bir soruşturma kurulu kurulmasını kararlaştırdı. Komisyon başkanlığına da Macaristan eski Başbakanlarından Kont Teleki getirildi. Komisyon Irak’ta incelemede bulunarak Musul halkının görüşlerine başvuracaktı. Komisyon çalışmalarını sürdürdüğü sırada İngilizlerin saldırgan tavırları ve kuzeye doğru yeni toprakları işgal etmesi, kanlı olayların meydana gelmesine neden oldu. Bunun üzerine konsey, 28 Ekim 1924’de bir sınır tanımı yaparak Brüksel Hattı adıyla ve geçici mahiyette bir Türk-Irak sınırı tespit etti. Soruşturma raporunu 16 Temmuz 1925’de Cemiyet Meclisine sundu. Raporda yer alan kemel görüşler ana hatlarıyla şöyleydi. Brüksel Hattının coğrafi sınır olarak tespit edilmesi, -Musul vilayetinde çoğunluğun, sayıları 500 bini bulan kürtlerden meydana geldiği, - Kürtlerin Türk ve Arap nüfustan fazla olduğu, - 1928 yılında sona erecek olan Irak’taki manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması, - Bölgedeki kürtlere yönetim ve kültürel hakların verilmesi kaydıyla Musul’un Irak yönetimine bırakılması, - Milletler cemiyeti meclisinin, bölgenin iki ülke arasında taksimine karar vermesi, halinde küçük zap çizgisinin sınır olarak kullanılması, - Milletler cemiyeti, Irak’taki manda yönetiminin uzatılmasını ve Kürtlere imtiyaz tanımak suretiyle bölgenin Irak’a bırakılmasını uygun görmediği taktirde Musul’un Türkiye’ye bırakılmasının uygun olacağı, - İngiltere’nin Hakkari üzerindeki iddia ve isteklerin kabul edilmemesi, Türkiye’nin bu komisyon raporuna itiraz etmesi üzerine konsey, 19 Eylül 1925’de Lattaye Adalet Divanından görüş istedi. Divanın verdiği karar, Milletler cemiyeti meclisinin işini kolaylaştırır nitelikteydi. Milletler Cemiyeti Meclisi Türkiye’nin karşı olmasına rağmen 8 Aralık 1925’de divanın kararını benimsediğini açıkladı. Hemen ardında da 16 Aralık 1925’de soruşturma komisyonu raporunu kabul ederek Brüksel Hattının güneyindeki toprakların Irak’a bırakılmasını kabul eden kararı aldı. Türkiye’nin Milletler cemiyeti kararına tepkisi büyük oldu. Ancak dönemin iç sorunları yani Şeyh Sait isyanı gibi ayaklanmaları, Türkiye’nin savaştan yeni çıkmış olması ve uluslararası alanda yalnız konumda bulunması, daha fazla direnilmesine engel oldu ve sonunda Cemiyet Meclisi kararına uydu ve 5 Haziran 1926’da Ankara antlaşması ile Musul’u Irak’a terketmeyi kabul etti. Ankara Antlaşması “sınır, iyi komşuluk ilişkileri ve genel hükümler adı ile üç kesim ve toplam 18 maddeden meydana geliyordu. Antlaşmanın 1 ve 2. Maddesi Türk-Irak sınırını tespit etmiş, 14. Madde ise bölgedeki petrol gelirinin %10’un 25 yıl süreyle Türkiye’ye bırakılması öngörülmüştü. Tüm bu tarihçe içinde, en önemli nokta şudur: Türkiye’nin iki kez Musul’da halk oylaması yapılmasını istemiş olmasıdır. Bu elbette Türkiye’nin Musul halkının kendisine olan sevgi ve bağlılığından endişe duymadığı için ileri sürülmüş bir tekliftir. O zamanlardan günümüze miras kalacak bir politika varsa o da bu sevgi ve bağlılığı yeniden tesis etmek, kuzey Irak’taki insanların kalbini ve zihnini kazanarak, Türkiye’yi bölge itibarı, nüfus ve etki sahibi bir güç yapmak olmalıdır.