Dünyamızı etkisi altına alan Salgın ile her şeyin yavaşladığı hatta durduğu aylar süren yalnızlıklar, biraz olsun sona erdi ve normale dönmeye başladığımız bu günlerde en çok özlediğim şeyin komşuluk , sohbet ve eş dostla muhabbet olduğunu anladım.
Neredeyse bir buçuk yıldır bizi , birbirimizden ayıran bu salgın günlerinde , birlikte olamadığım dostlarımı özledim ve yarım asır’ı aşan esrik yıllarıma , çok özlediğim ve hep içimde yaşatmaya çalıştığım çocukluğuma döndüm.
Hani “ bir maniniz yoksa annemler size gelecek “ diye önceden sorularak misafirliğe gidilen günlere..! Al işte , gene canlandı gözlerimin önünde.
1960 ‘lı yılların başı , ilkokul öğrencisiyim, 6 ya da bilemediniz 7 yaşlarında sessiz , kendi kendine yeten , sakin bir çocuk olarak , ne en önde gidenlerden ne de arkadan gelenlerdendim.
Platonik aşkla hayran olduğum komşumuzun benim yaşlardaki kızı , bir öğleden sonra zili çalan bizim evin kapısını açtığımda karşımda görünce heyecanımdan dondum kaldım. . Kapıda gördüğüm an , kimin geldiğini anneme seslenemedim bile. Şaşkınlığımı fark etmiş olmalı ki, anneme adıyla seslenerek” ,
- Nadide teyze , bir maniniz yoksa annemler size oturmaya gelecek “ dedi.
Anacığımdan “ buyursunlar kızım ” cevabını alınca koşa koşa gitti. Ardından hayranlıkla bakakaldım.
O yıllarda misafir asla geri çevrilmezdi.
İş , güç varsa da, o “ mani “ ertelenir, misafir illa ki , buyur edilirdi.
Ne çok sevinmiştim. Komşumuzun kızı ailesiyle bizim eve gelecekti.
İçim içime sığmıyordu.
Akşamı zor ettim.
Anam ikramları hazırlamak için mutfaktan çıkmazken , ben de aynanın önünde bir Ediz Hun, bir Göksel Arsoy edasıyla saçlara şekil vermeye başladım.
bana göre çok uzun süre gibi gelse de, , hava karardı , akşam yemeğinden sonra nihayet beklediğimiz misafirler geldi,
Büyükler o zamanların “olmazsa olmazı “ misafir odasına” geçtiler.
Zaten misafirler başka nerde ağırlanır ki ? Bugün artık terk edilen ancak o yıllarda her zaman kapalı ve temiz tutulan misafir odaları adeta günümüzün kozmik odalarından farksızdı.!
Dile kolay , yılda bir elin bilemediniz , iki elin parmakları kadar sayıda kapıları açılıp kullanılan misafir odaları kadınların adeta hazine odalarıydı.
Misafir odalarında neler yoktu ki neler, üzeri uzak doğu işlemeli çok değerli çin işi fincanlar,Bavyera ve Çekolosvak malı yemek tabakları , el emeği göz nuru çeyizlik danteller, masif ahşap oymalı koltuklar ve konsollar, orta sehpalar, her zaman karanlık içinde kapalı kapı ve pencere perdeleri.
Kapalı kapıların ardındakileri ne çok merak etmilşimdir..!
İzinsiz girmenin mümkün olmadığı ve izin isteyince de girilmesine izin verilmediği misafir odasına ancak ve sadece izinsiz olarak toz’un girebildiği bu uhrevi odayı, evde kimse yokken bir iki kez göz atma fırsatım olmuştu.
Her zaman serin ve sessiz olan odaya girdiğimde asla eşyalara dokunmadan bir mabedi seyreder gibi bakar ve orada bulunmanın dayanılmaz keyfini yaşardım. eşyalara asla dokunmazdım, çünkü anneler neyin nerde olduğunu çok iyi bildiklerinden hemen anlarlardı.!
Misafirler geldiğinde kapıları sonuna dek açılan Misafir odasına, ancak girebildiğimiz bu özel günlerde, biz çocuklar henüz siyah beyaz ekranların olmadığı sadece radyolu yıllarda , Orhan Boran’lı “ yuki” serisini, “ arkası yarın” tiyatrosunu izleyerek hayal dünyamızda anlatılanları yaşardık.
En sevdiğimiz oyun ise diğer misafir çocuklarıyla bir masanın altına girerek ,kenarlarını uzun masa örtüsünün kapattığı ortamı , bir sınıfa benzeterek okulculuk , bir eve benzeterek evcilik oynamak en büyük keyifti.
Masa ceviz masif ve oldukça ağır bir masaydı. Dört ayağı ile adeta bir binanın kolonları gibi üzerimizdeki masayı çatı gibi tutardı. Yerden kıvrımlı olarak yukarıya uzanan kalın ayaklarının üzerindeki elişi ahşap oymalarını bugün bile hatırlıyorum.
Bir de hiç unutmadığım masanın altına imalatı sırasında yapıştırılmış gazete sayfaları olurdu. Eski mobilyaların, sehpaların altına bakın belki birinde size göreceksiniz..!
İşte ilk okumayı biz o masa altlarındaki yapıştırılan gazetelerden öğrendik.
İkramlar , misafir odasına servis için götürülmeden önce , altına girdiğimiz masanın üzerine büyük tabaklarla konulur, biz de örtünün altından ikram sırası bize gelmeden önce kimseye görünmeden birer ikişer alıp, aşağıda masanın altında yemeğe başlardık.
Masanın üzerinde her şey olur , ikramlar, tabaklar , sürahi ve bardaklar, “masa da bana mısın “ demezdi. Tıpkı , Edip Cansever ‘in “ masa da masaymış ha” şiirindeki gibi ;
“Bana mısın demedi bu kadar yüke,
Bir iki sallandı durdu ,
Anam.. , ha babam ,ikramları masaya koyuyordu. “
Çocukluk sevdasıyla kendisine açılmayı pek beceremediğim komşumuzun kızına ne şirinlikler yapacağımı önceden hazırlamıştım.
Dikkatini çekmek ve güldürmek için basit bir iki sihirbazlık gösterisinden sonra , sıra en büyük süksem , şapkadan tavşan çıkarmaya geldi.
. sirklerde tavşanları fötr şapka içinden çıkarsalar da, babamın ancak sekiz köşeli şapkası vardı ve onunla idare etmek zorundaydım.
Şapka diye geçip demeyin, Demirel siyasette fötr şapkasıyla ünlenmiş ve üstlendiği siyasi ustalığına herkes şapka çıkarmıştır.
Babam rahmetlinin de kullandığı ve Aydın da deve güreşlerinin yöresel giyim parçası olan sekiz köşe şapka , günümüzde Aydın Yenipazar da halen yapılmaktadır. Sekiz köşeli şapka en çok Elazığ da yöresel deyimle “ gaggoşların “ Geleneksel giyiminin parçası şapkanın adıdır. Sekiz köşe şapkanın Selçuklu sanatında sekizgen süsleme motiflerinden esinlendiği de ifade edilir. Şapkanın sekiz köşesi; yiğitlik, mertlik, çalışkanlık, cömertlik, dürüstlük, misafirperverlik, alçak gönüllülük, doğruluk gibi değerleri temsil etmektedir. Sekiz köşe şapkanın her bir köşesinin bir anlamı vardır.
Nerde kalmıştık, hah, evet şapkadan tavşan çıkaracaktık
O yıllarda şaka değil , gerçekten evimizin arka bahçesinde kafes tel örgü içinde tavşan besliyorduk Yuvasından en minik yeni doğan bir tavşanı alıp , el çabukluğuyla , minik tavşanı sekiz köşeli şapkadan çıkarınca , komşu kızıyla öyle kahkaha atmışız ki, ne olduğunu merak edenler , misafir odasından koşup geldiler salona ..!
Tabii annesi bizi masanın altında görünce , komşu kızını tuttu elinden , yanında misafir odasına götürdü.
Bizim sihirbazlık da, ilk aşkımızda orada bitti.
Geç de olsa şunu anladım ki,
Siz siz olun, şapkadan tavşan çıkarma oyununu kızlara yalnızken yapın, kızların annelerinin yanındayken değil..!
MEHMET ÖZÇAKIR
P.K:110 EFELER - AYDIN
GSM : 0.542.7608691