18. yüzyılda Osmanlı Devleti, duraklama dönemi şartlarının etkisi altındaydı. Geleneksel yönetim yapısı bozulmuştu. Savaşlar, iç isyanlar ve ekonomik problemler gerek iç siyasette gerekse dış politikada kaçınılmaz değişimler ve gelişmeler sağlıyordu.

Nitekim! III. Selim’in yenileşme hareketlerini dinsizlikle suçlayan ulema ve ümera sınıfından bir gurup; siyasi ikbal uğruna fikri hazırlık safhasını gizlice yürüttükleri isyanı 25 Mayıs 1807’de fiilen başlatmış, dört gün sonra padişahı fetvayla tahttan indirip, yeni gelişmelere yol açmışlardı.

III. Selim, 1789’da tahta çıktığı andan itibaren ülke sorunlarını çözmenin gayretindeydi. İlk iş olarak savaş ekonomisiyle cebini doldurmaktan başka birşey düşünmeyen devşirme paşaların politikalarını değiştirmişti. Kırım’ın elden çıktığı 1768’den beri süregelen Avusturyave Rusya savaşlarını Ziştovi ve Yaş antlaşmalarıyla (1792) sonlandırmıştı.

Nizamı Cedid adıyla sadece askeri ve mali değil; ilmi, sanayi ve teknik gibi çok daha genişkapsamlı reform hareketlerine girişmiş, Rumeli’de yeni bir ordu kurmuştu. Ekonomiyi kemirerek çökerten seyfiye, ilmiye ve kalemiye sınıflarına, eşkıya çetesine dönüşmüş siyasal din guruplarına karşı tedbirler almıştı. Bütün bunlar, merkezi otoritenin tekrar güçlenmesinden endişe eden yeniçerilerin, ayanların ve mütegallibe zümrenin tepkisini çekmişti. Hepsi birlikte; yeni kurulan askeri birliklerden, mali yapıdan, balkan isyanlarından, toprak kayıplarından, Mısır ve İskenderiye’nin işgalinden geliştirdikleri hikâyeler ile toplumu sosyal baskı altına almışlardı.

İçteki gelişmeler bu yönde seyrederken Avrupa’da hızla değişen siyasi dengeler karşısında yeni ittifaklar kuruluyordu. Ruslar, Dinyester'i geçerek Eflak ve Boğdan’ı[1] işgal edince 12 Nisan 1807’de Osmanlı ordusu, Rusya ile savaşmak üzere İstanbul’dan yola çıkmıştı.

Bu durumu fırsata çevirmek isteyen sadaret kaymakamı Köse Musa Paşa, Şeyhülislâm Topal Ataullah Mehmet Efendi; İstanbul’da kalan yeniçerileri ve yamakları[2] "şalvar" yerine "pantolon" giydirileceği dedikodusuyla kışkırtarak 25 Mayıs 1807’de sokağa dökmüştü.

Asiler, sur bekçiliği yapan Kabakçı Mustafa’yı kendilerine lider seçerek yürüyüşe geçmişlerdi. Sayıları artarak Topkapı sarayına ilerlerken vehabi isyanları sebebiyle hac yollarının kapanmasını, İngiliz filosunun İstanbul önlerine gelmesini, Nizami Cedid ordusunun kâfir işi olduğunu haykırıyordu.

Sultan Ahmet Meydanına geldiklerinde, her şeyi önceden planlayan sadaret kaymakamı ve şeyhülislâm; saray bahçesinde iki cedid askerini parçalayan asilerin teskin edileceği bahanesiyle III. Selim’e Nizami Cedid ordusunun kaldırıldığı hakkındaki fermanı imzalatmışlardı.

Kabakçı’nın isteğiymiş gibi rakip gördükleri görevlilerinin listesini padişaha vermişler, “memleketi harap edenler bunlardır” diyerek kelle vurdurmuşlardı.

Sıra III. Selim’i halletmeye gelmişti. Daha fazla kan dökülmesini istemediği için asilerin her isteğini yerine getiren III. Selim’i, hilafetinin sahih olmadığı fetvasıyla 29 Mayıs 1807’de tahttan indirip IV. Mustafa’yı tahta çıkarmışlardı. Türk devletinin siyasi ve toplumsal tarihinde derin izler bırakan bir darbe daha tamamlanmıştı. III.Selim, tahtan indirilip kafes köşküne hapsedilmiş, Nizamı Cedid ordusu dağıtılmış, reformlar durdurulmuş, seferde bulunan sadrazam azledilmiş, isyanın elebaşıları görevlerinde kalmış, Kabakçı Mustafa, bir köşk ve muhafızlıkla ödüllendirilmişti.

IV. Mustafa'nın saltanat süresi on dört ay sürmüştür. Rusçuk (Bulgaristan) ayanı Alemdar Mustafa Paşa, 28 Temmuz 1808'de ordusu ile III. Selim'i tahta çıkarmak için İstanbul’a gelmişti.

Kabakçı Mustafa dâhil birçok isyancıyı öldürdükten sonra Topkapı sarayı kapısına dayandığında, endişeye kapılan padişah, gözaltında tutulan III. Selim’i boğdurtmuş, II. Mahmut ise çatıdan çatıya kaçırılarak canını zor kurtarmıştı.

Alemdar Mustafa Paşa, sarayı ve padişah IV. Mustafa’yı teslim almış, II. Mahmut'u tahta çıkarmış, kendisi de sadrazamlığa atanmıştı.

II. Mahmut; III. Selim'in ölümüne sebep olduklarını düşündüğü cellat ve mahiyet görevlileri dâhil isyana karışıp paye verilenleri idam ettirerek, kellerini sarayın kapısında sergilemişti.

Kabakçı isyanıyla çağın gereklerini yakalama fırsatı kaçırılmış, yeniçerilerin topa tutularak imha edileceği yeni bir isyan dalgasıyla karşı karşıya kalınmıştı.

Yazan: Alper UZUNGÜNGÖR

***

Kaynakça:

(i)Nazım Tektaş, Saraydan Sürgüne Osmanlı Tarihi, Çatı Kitap, İstanbul, 2009.

Dipnotlar:

[1] Eflak-Boğdan, Osmanlı Türkleri’nin Romanya’ya verdikleri addır. Transilvanya coğrafyası (Erdel) sınırlarındaki Eflak ve Boğdan toprakları bugün Romanya ve Moldavya arasında bölünmüştür.

[2] Yamak, Osmanlı askeri teşkilâtında özellikle askeri sınıfların yardımcıları veya adaylarını ifade eder.