Kadın aleyhine cinsiyet ayrımcılığında Türkiye’nin pek çok eksisi var. Şu ana kadar bir kısmından söz ettik. Kadınlarımız, kocasından dayak yiyor. Töre cinayetine kurban gidiyor. Kız çocuklarımız, erkek çocuklar kadar okula gönderilmiyor. Hatta bazı yörelerimizde çok mecbur kalınmadıkça doktora bile götürülmüyor. Aydın görünen kimi çevrelerde işe alınan evli kadınlar, bu konularda yönlendiriliyor. Bütün bunlar sahip olmaktan utandığımız eksilerdir. Ancak kendimize haksızlık etmeyelim, artılarımız da var. Artılar ve eksiler iç içe geçmiş durumda. Birkaç örnek:

Kültürümüzde, genelevde çalışan kadınlara “Pehlivanlar” diye saygıyla seslenen, yüce gönüllü Mevlana’mız da var, günümüzde tecavüze uğrayan bir kadın duyduğunda “Genelevde çalışıyordur” diye ezbere fikir yürütenlerimiz de.

Türk Kadını, seçme ve seçilme hakkını 1934 yılında almıştır; ilk kadın milletvekilimiz Satı Hanım’dır. (İsviçre’nin bazı kanonlarında kadınlar, sadece oy kullanma haklarını bizim kadınlarımızdan yaklaşık 40 yıl sonra almıştır.)

Dünyada en çok kadın profesör Türkiye Cumhuriyeti’ndedir ve bizde bazı Batı ve Doğu ülkelerine kıyasla, kadın hekim, kadın mühendis, kadın psikolog, kadın hukukçu sayısı, aynı mesleği yapan erkeklere oranla daha fazladır. Dünyada bugüne kadar toplam yüksek mahkeme başkanı üç kadın olmuştur; bunların üçü de Türk’tür.

Yukarıdaki örneklerden kadının lehine olanlar, ülkemizde kadınlarımızın her bakımdan yüzde yüz köleleşmediğini, erkeğin karşısında tamamen ikinci sınıf bir varlık olmadığını göstermektedir. Selçuklu’nun, hakanın ve hatunun eşitliğini sembolize eden çift başlı kartalı henüz ölmemiştir. (Dileriz hep yaşar)

‘Türk Kadını’ savaşçı ruhunu yaşatmalı, Atatürk’ün kendisine verdiği haklara sahip çıkmalıdır. Kadınlar, kendilerini geliştirerek yeni bilgiler, yeni davranışlar edinerek yaşamlarını eşitler evine çevirebilirler. Bu büyük teknolojiyi üreten insan evladı, eşitler evini de yapabilir. Bir gün herkesin eşitler evinde yaşaması dileğiyle.