Neredeyse yarım yüzyıl önce Ankara'da, Dikmen sırtlarında yalnız bir alıç ağacıyla bilge ruhlu bir üniversite hocası sohbet etmeye başlar. Önce birbirlerini tanır, sonra dereden tepeden konuşurlar. Daha çok da alıç ağacı anlatır. Atalarından, geçmişinden, Anadolu'nun her yerine dağılmış akrabalarından bahseder. Tüm bu sohbeti, o anların tanığı Prof. Dr. Hikmet Birand Alıç Ağacı ile Sohbetler adıyla kitaplaştırmıştır. Alıç ağacının sohbeti noktalarken söylediklerini kulak ardı etmek olanaksızdır:
“Sohbetlerimizi dinlemiş olanlar, Anadolu'yu gezerken bakıp geçtikleri, görmeden geçtikleri manzaraları artık başka bir gözle gözetleyecekler; gördükleri her otun, her çalı ve tek ağacın, taşın toprağın anlattıklarına kulak verecekler ve onlara karşı davranışlarına herhalde bir çekidüzen vereceklerdir.”
DİKMEN ALICI'NIN ARDINDAN
Oğlumun armağanı Prof. Dr. Hikmet Birand'ın yapıtı “Alıç Ağacı ile Sohbetler”i okuyup bitirdikten sonra duygusal olarak etkilendiğimin farkına vardım.
Çok değerli bir doğa aşığı olan rahmetli Prof. Birand bilimsel araştırmaların yanında, ülkemizin floristik yapısını ve botanik bilimini halka tanıtmada, bu konuları onlara anlayacakları dilde aktarmada eşine zor rastlanan bir yazardır da.
Dikmen, Ankara'nın en yüksek, en güzel yazlıklarından biridir. Yazar, Dikmen'e çok sık gider, her gidişinde Çal Dağı'nın tepesindeki tek ağaç olan Alıç ağacını ziyaret eder. Her gidişinde Anadolu ormanları hakkında sohbet eder, yaşlı Alıç ağacı ile. Dikmen Alıcı'nın tek başına bu ıssızlığa nasıl düştüğü, soyu sopu, suların, karaların canlanması, çiçeğin ve tohumun kara hayatı, bitkilerin göçleri, Anadolu'nun boz, yeşil örtüsü, ormanları ve bozkırları üstüne Alıç Ağacı ile sohbettir kitabın konusu. Birand Hoca'nın, Dikmen Alıcı'yla son konuşmasından ayrılırken Alıç'ın hocaya seslenişinden, zihnimize iyice kazınması için söz etmeden geçemeyeceğim: “Biliyorum ki, Anadolu'nun eskisi gibi güzel ve şirin olmasını istiyor, bunun için belli çabalar gösteriyorsunuz. Yapacağınız şey zor ve karışık değildir. Zorlamayın kendinizi de bizi de. Bizim Anadolu'yu yeşertirken her bölgesi için ayrı ayrı seçtiğimiz, yeşerttiğimiz birliklerin kendi sınırları içinde dirilmelerini, serilip gelişmelerini sağlayın yeter. Koruyun onları.”
Yazar, Dikmen Alıcı'nın sohbetlerini yazdıktan sonra Çal Dağı'na gider. Keklik pınarından tepeye çıkar. Ağaç yoktur. Alıç ağacının sohbetlerinden birinde dediği olmuştur: “Bir gün gelirsin, bakmışsın ki, ben yoğum!” Ağır bir hüzün çöker içine, duramaz orada. Yazar anlatıyor: Günlük yaşamımızın tatsız hayhuyundan ara sıra uzaklaşmak için onun sayesinde kurduğum güzel yalnızlık tahtı onunla birlikte yıkılmıştı. Tepeden kederli, düşünceli inerken Atatürk'ü hatırladım ve onun çiftliğinde yok edilmiş olan yaşlı bir iğde ağacı için duyduğu üzüntünün ne kadar içten olduğunu daha iyi anladım.”
Şimdi yine Dikmen Alıcı'na dönelim. Alıç ağacı niçin yok olmuştu?
Yazar Prof. Dr. Birand anlatıyor:
“1960 sonbaharının bir günü, öğleden sonra ikindi vaktiydi. O gün yalnız da değildim. Orada görülecek başka bir işimiz de olduğu için doçent, bir asistan ve emektar teknikerimiz benimle birlikte gelmişlerdi. Tepeye tırmanmaya başladık. Ben önde gidiyordum, onların kök örneklerini almak için oyalanıyorlardı, biraz geride kalmışlardı. O sırada havada iki jet uçağı uçuyor, tepenin çevresinde büyük şamatalarla hızlı hızlı kavisler çizerek alçalıp yükseliyorlardı. Bir ara ben eğilmiş bir ota bakıyordum, geriden arkadaşlarım bağırdılar: Yat hocam yat… Ne yatmaya ne de ne olduğunu anlamaya zaman olmadan tepeden top patlamış gibi bir gürültü ile alev, ardından koyu siyah bir duman yükseldi, metal parçaları yuvarlanmaya başladı. Arkadaşlarım uçaklardan birinin tepeye çarptığını söylediler. Biraz bekledikten sonra korkuyla tepeye çıktık. Uçaktan büyük kara yanık lekesinden başka biç eser kalmamıştı. Yazarın dostu, sevgili Alıç Ağacı böyle veda etmişti…