Eski zamanlarda Nasrettin Hoca’nın yaşadığı dönemlerde Timur adında bir hükümdar ülkeyi yönetiyormuş. Timur fillere çok düşkün biriymiş ve onlarca fili bakıcılara teslim ederek beslemeye başlamış. Gel zaman git zaman filleri doyurmak külfetli olmaya başlamış. Timur bir ferman yayınlatarak her köye bir fil gönderilmesini emretmiş. Böylece ülkenin her köyüne filler gönderilmiş. Halk zaten kendi karnını zar zor doyuruyor, bazen tok çoğu zamanda aç bi ilaç yaşıyormuş. Bunun üzerine bir de fillere yiyecek vermek zorunluluğu da gelince isyan etmişler. Hazır cevap ve keskin zekâsına güvendikleri Nasrettin Hocaya koşmuşlar. “Aman hocam bir çare bul bu derdimize bizler zaten kendimize bakamıyoruz bir de bu filleri doyurmak zorunda kalmak imkânsız” demişler. Hoca biraz düşünmüş pratik zekâsı sayesinde çözüm bulmuş hemen köyün ileri gelenlerinden birkaç kişiyi de yanına alarak yola çıkmış. Niyeti saraya gidip Timur’a halkın çaresizliğini anlatmakmış. Yola çıktıktan sonra hocanın peşinden gidenler bir bir ortadan kaybolmaya başlamış. Saraya vardığında ardına dönüp bir bakmış ki kendinden başka kimse kalmamış. Hoca öfkeden deliye dönmüş ve halkına bir ders vermek için Timur’un huzuruna çıkmış. Timur, öfkeli bir kişiliğe sahip bir padişahmış. Hocaya neden huzuruna çıktığını sormuş. Hoca da “Bakmamız için bizlere verdiğiniz fil var ya” demiş. Timur “evet” demiş. Biz onu çok sevdik daha fazlasına bakabiliriz diyerek sizden fil istemeye geldim” demiş.

Fıkra da anlatıldığı üzere bugün yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen hiçbir şey olmamış gibi davrananlar var. Gözleri kör, kulakları sağır olmuş kişiler yüzünden gerçekten acı çekenler seslerini bile çıkartamıyor. Haksızlıklara, boyun eğmek ses çıkarmamak olmaz. Kim ki tebaalarına zulüm eder karşılığını muhakkak belki kullardan belki de Allah’tan alır. Zalimlerin nasıl helak oldukları tarihin tozlu sayfalarında kayıtlıdır.