Bademler çiçek açıp, yapraksız dallarında Sarıasma Kuşlarını ağırlamaya başladımı mor hüzün çöker Haylaz İmgelerimin koynuna.


Siyah önlüklü, beyaz kurdeleli kızlar, ince kravatlı, ıslak taralı Liseli erkekler, Pınarbaşı’nın Akasya sıralı yolunda, adı sevda olan zaman tünelinde süzülüp uğurlandılar. “Dallar çiçek açtı, açtı, Kırlangıçlar uçtu, uçtu” Diye şiir ezberlerdik elli beşin Sonbaharında. Tabakhane Deresinin Kar sularına karışıp aktığı yıllarda Çay’ın kenarlarında Set yoktu. Dalardık Şelâlenin Efsunlu akan, Hayıt dalları ile Kutsanmış soğuk sularına. Yayılırdık Ailece, Şelâleye yakın koca Kavağın altına, kapaklı sepetlerin narin sarılı yaprak sarmalarına.İlkokulda iken sınıfla giderdik Pınarbaşı’na, oyunlar ayrışırdı yüreğimizde Beyaz Zakkumların bakışında. “Yerli malı, Yurdun malı” edasıyla anamın hazırladığı Çıkınlar savrulurdu, mahcup yer sofralarımızda.


Çağla Badem, Erik, Sepet içinde, cam bardakla satılırdı, kilo ile değil. “Kiraz, ye biraz” Diye bağırırlardı. Kargı çöpüne, kirazın sapından yorgan ipliği ile 5 tane sarılır, öyle satılırdı, adına da Turfanda (Mevsiminden önce yetişen) denirdi.


Kimler, kimleri ağırladı kim bilir bu Esrik mesire vadisinde. Bizden önce Rum meyhanecileri varmış, Karanlık köprü boyunca. Gazinoların, Okaliptüs ağaçları gölgesinde, Bomenti Biraları ve Kurtuluş, Aydın Rakısı sahne alırmış. Hangi Levantenlerin, Zadelerin, Özlem dolaplarından indirip, Nakışlı bohçalarda taşıdıkları sevginin İkonaları takılmıştır, bahar çalılıklarına.


İp atlar, salıncak kurardık o eski yaşanmışlığın uzun servi dallarına. Çuval yarışması, mendil kapmaca oynardık. Susardık, abanırdık kaynak suyuna yüzükoyun, hâlâ içim yanar lıkır, lıkır.O At arabalarında satılan gübresiz Marulların yağlı göbeği, sahipsiz akan Çeşme suyunda elimizden kayar, kızarırdık, kızların Gamzelerinde.


Düğün Alayını gezdirirdi, sokak düğünü Otobüsleri. Gırnatalı ve Klarnetli Çengicilerin yorgun parmakları sevgi dokuduğunda, Sibemol bir hüzün çalardı Gelin evi şarkılarında. Faytonlar şakırdı, sevgi üretirdi Doruk Atlar terli bedenlerinde, Karacaahmet- Kemer arası.Hey gidi! Yollarına Gül serptiğim Pınarbaşı. Sessiz akan derenin, Efsunlu Çam ağaçlarına kimlerin ismini kazıdın kim bilir?


Kamyon kasalarının arkasına tıkışırdı mahalleli, koşuşurdu ‘Tellidede’ sazlığının Gelincik tarlalarına. Hıdır-Ellezdi, Bahar Bayramıydı bunun adı, Kasnaklı uçurtmalarının heyecanında. Hiç Kırmızı lâlelere tutsak oldu mu gözbebekleriniz, Papatyalardan Taç ördüler mi başınıza.


Yalnız Mor lalelerin açtığı Kepez’in kıyısız bir kıyısında Alarga olurdu çocukluğum. Annemin, dayımın ip atlayışı göz pınarlarımdan Kızılırmak gibi gelip geçti. Ağaçları olmaya sevgi ormanıydı o sırtlar belleklerimde. Ele, ele tutuşmuş, sarmaş dolaş minik yüreğim bir daha hiç buluşamadı o tepelerde.Yıllar, peşi sıra geçti gençlik anılarımın sarnıcından. Düşleri sarışın, baharları Camgöbeği sanırdık, kendi kumaşında Epriyen hüznüm alıngan notalara dadanana kadar. Sonra sarıldık, öpüştük, helâlleştik Mimoza bakışlı hatıralarla.


Havuzlar suyunu doldururken, Vilayet eteğindeki Jandarma Gazinosundan Nilüfer’in Lirik, çocuksu ama Kumral sesi yankılanıyordu, “ Kim arar, söyle kim arar, Vefasız olanı kim arar”. Hâlâ Kıyamet günü çöreklenir, yüreğimin sekisine.

Aşkı sorgulayan Midye gözlü, Cumbalı Kafeteryadaki Uzun Çalar Plâklar öğretti bizi sevmeyi. Tanış yüzlü kızlarla ilk orada dans ettik, kulaklarımızın kızaran heyecanında.

Tömbeki kokardı Pasaport kahvesindeki gençliğim. Ne zaman, The Beatles “ Obladi, Oblada, Taylor Swift’in LoveStory, TomJones “GreenGreenGrass of Home” “ Help Yourself” “ Withoutlove”, şarkılarını duysam, küllenmiş duygularımı İzmir’deki Okul sıralarına götürür hep. Size de uğrar mı bazen?Ah! O işkilli, Evhamlı buseler, siyah beyazdı ama yüreğim, avucumun içindeki bir çift güvercin telaşındaydı hep.

“Lale devri çocukları” sayıldık, aksakala yorgun düştü resimlerim şimdi de. Ayıp, günah, yasak ilkesini becerenler var ya! Yerli Filmlerde Bal gibi, Ünal sinemasının ön sıralarına otururlardı. Oysa elli dokuzluk eski Bahar, On dokuzuna Hınzırlanıyor, Ayırdın da değiller.Kelebeklere Hırka ördürürdük uzaktan. Kalbim! Alacalı, sesi kırpık bir Serçenin ip atlayışı gibi olurdu.Saçı sakalı ağarası mesajlar, zemheride mi kaldınız! “ Daha önceleri nerelerdeydiniz” Diye hesap sorasım geliyor, en Nihaventinden.


Zerdaliler çiçeklerini, mor Akasyalar kokusunu döktü adeta eski hatıralarımın oylumuna. Sezen Cumhur Önal’ın, Sen, Sen, Sen adlı şarkısında Mehmet Taneri, yine Sezen Cumhur’un “Benim Bütün Dualarım Seninle” ile Ertan Anapa, Göz pınarlarımızı Kızılırmak’a çevirirdi, “Koru Piknik” bahçesinde.Sinemacı Tekin’in Kışlık Hisar’ındaki Konserinde “Aşk eski bir yalan, Âdem’le Havva’dan kalan” şarkısı ile Kamuran Akkor, Zıp, zıp, zıplardı sahnede Vasfi Uçaroğlu Orkestrası eşliğinde.Ah! Ulema İmgeler, alıp gidin eski baharları, dalgasız denizlerin derinliklerine bence.“Bir Bahar Akşamı rastladım size” “ Sevgi, deli gönülden, gönüle bir akıştır”, “Bakışın çağırır beni uzaktan”, “ Aşkımın ilkbaharı, ilk heyecanım benim”

Bu güzel eserler ruhumun limanından Demir alıp, Okyanuslara götürür, sevgi sebiline döndürür beni. Kehribarım, Turunç reçelim, bir gülün ağlaması gibi hep eski Aşkları, Cemreleri gözleyecek.(Resim 1954 Aytepe hatırası sağda ben solda abim Bülent)Hanımeli çiçeklerinin açtığı sabahlara uyanın.