Zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılması, 8 yıl olan zorunlu eğitimin 4 yıl daha uzatılması bakımından milli eğitimimizde çok olumlu bir gelişmedir. Bu gelişmenin iyi değerlendirilmesi gerekir. 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname il öğretmenlerin hizmet içi eğitiminin Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim genel müdürlüğünün görevleri arasına alınması ve bu genel müdürlük tarafından yürütülmesi de olumlu bir gelişmedir. 6 yaşını tamamlamayan çocukların birinci sınıfa alınması, bu çocukların okuma yazmaya hazırlanmasının Nisan ayında başlaması, okuma yazmanın gecikmesi, çocukların okuma yazmayı gereği gibi öğrenmeleri ve okuma alışkanlığı kazanmaları bakımından olumsuz bir karardı… On iki yıllık zorunlu eğitimin amaç, eğitimde kaliteyi artırarak, bugün gelişmiş ülkelerin yaşadığı bilgi çağında, küresel rekabette geri kalmayacak bir nesil yetiştirmektir. Bu nesli yetiştirecek olanlarda öğretmenlerdir.


ÜLKEMİZDE ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNİN DURUMU


Eğitim bir insan hakkıdır. Fertler için yoksulluktan kurtulmanın neredeyse tek yoludur. Toplumlar için ise kalkınma ve ekonomik büyüme bakımından kritik önem taşır.Güçlü bir ekonomiye sahip olmak istiyorsak, yapacağımız en doğru şey eğitilmiş bir işgücüne sahip olmaktır.Eğitimde temel faktör ise “sürekli araştıran, yenilikçi, yaratıcı, yönlendirici olan ve öğrenciye öğrenmenin yollarını bu yöntemlerle bulup sunan öğretmenlerdir. Öğretmen yeni eğitim anlayışının anahtarıdır. Çocuklara bütün kapıları açacak odur. Bu nedenle öğretmene yapılacak yatırım, dönüşü en uygun olan yatırımdır. Ne yazık ki, öğretmenin eğitimdeki bu kritik önemi bir türlü anlaşılmamıştır. Stanford Üniversitesi öğretim üyesi EricHanusher’in şu tespiti, yukarıda belirtilen gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya sermektedir:“Sınıf öğrenci sayısını, müfredatı, bütçeyi unutun! En etkin eğitim yatırımı en iyi öğretmene sahip olmaktır.”Ama ülkemizde öğretmenlik mesleğinin durumu hiç de iyi değildir! Bu konu, milli eğitimimizde çok önemli bir sorun halinde yıllardan beri devam etmektedir. Önce köy enstitülerinin sonraki yıllarda öğretmen okullarının kapatılmasıyla ülkemizde öğretmenlik mesleğinin ve dolayısıyla da eğitimin kalitesi bozuldu. 1960’lı yılların sonlarına doğru, öğretmen yetiştiren okullara alınan öğrencileri seçme yöntemi de bozulmaya başlamıştır. 1970’li yıllarda başka okulların sınavını kazanamayan öğrenciler, siyasi baskılarla öğretmen yetiştiren okullara alınmaya başlandı. Öğretmen yetiştiren kurumlarda anarşik olaylar ve devamsızlık başladı başladı. Bu anarşi önlenemeyince “hızlandırılmış eğitim” programı uygulanarak 1978’de 76 bin öğretmen adayına 44 günde öğretmenlik diploması verilmiştir. 1963’te başlatılan “Mektupla Öğretmen Yetiştirme” sistemi ile 1970’li yıllarda 46 bin kişiye mektupla öğretim yöntemiyle öğretmenlik diploması verilmiştir. Öğretmen yetiştiren okullar, daha iyi öğretmen yetiştirmek amacıyla 1982 de üniversitelere devredilmişti. Üniversiteliler, yeter sayıda öğretmen yetiştiremeyince, 1990’lı yıllarda, eğitimin temel kademesi olan ilkokullara, eğitim ve öğretmenlikle ilgili hiçbir formasyonu bulunmayan 150 binden fazla üniversite mezunu, öğretmen olarak atanmıştır. Ve bunların gerekli hizmet içi eğitimi de sağlanmamıştır. Bu da eğitimde yapılan en büyük hata, bardağı taşıran son damla olmuştur. Milli eğitim bakanlığının bir yayınına göre (EARGED) ilköğretime 433 kaynaktan öğretmen alınmıştır. Böylece ülkemizde öğretmenin kalitesi ve yetiştirilmesi sorunu ortaya çıkmış ve 40 yıldan beri devam etmektedir.