Formatlanmayla insanın nereden ne hale sokulduğunu anlamak için Taylor ve Ford’a bakmak gerekmektedir. Taylor, üretimin artırılması adına insan emeğinin organizasyonuyla ilgilenmiş, bununla ilgili kimi zaman hiç de hoş olmayan deneylere imza atmış bir kişidir. Ford, emeğin yanında makinaların organizasyonu konusunda müthiş çalışmaları olan bir sanayicidir. Ford, yalnızca kaba bir sanayici değildir. Onun üretim tarzındaki yaptığı yenilikler neredeyse dünyayı yeniden şekillendirmiştir. Ford’un işçilerin sosyal yaşamlarının nasıl olması gerektiğine varıncaya kadar acayip görüşleri vardır. Kimi zaman bugün bu görüşlerin en meşhur siyasi figürler tarafından dile getirildiğinde onlar bize oldukça tanıdık gelecektir. Taylor, bir işin en kısa sürede yapılabilmesinin yollarını aramıştır. Ona göre el yordamıyla iş yapmayı terk etmek lazımdır. Daktilonun dahi daha hızlı yazmanın bir yolu vardır. Bunun için emek verimliliğinin artırılması gerekmektedir. Taylor, emek verimliliğin artırılması sorumluluğunu işçiye yüklemenin doğru olmayacağını söylemektedir. İşçilerin kendi kendilerini eğitmelerini beklemek beyhudedir. İşçiler, bilimsel yollarla seçilmelidir. İş, çok küçük parçalara bölünmelidir. Bir işçi sadece bu en küçük parçayla ilgilenmelidir. Taylor’a göre insan emeği toplumsaldır. Tek başına bir işe yaramaz. Emekte iş bölümü yapılmalıdır. Bunun için eğitim süreci kısalacaktır. Usta yetişmesi için yıllarca beklemek gerekmeyecektir. Taylor, insanın tembel olduğuna inanmaktadır. Taylor şunları söylemektedir: “İşçiler, kendi başlarına bırakılırsa bir şey yapamazlar. Bundan yoksundurlar. En basit görevler için dahi bu böyledir.” Bunun için mutlaka işçilerin başında yeteri kadar ustabaşı bulunmalıdır. Onlar, işten daha ziyade direk işçiyi takip etmelidir. Kafa ve kol emeği çok keskin bir şekilde birbirinden ayrılmalıdır. Taylor, iş verimi için işçilerin günlük alması gerektiği kaloriyi dahi hesaplamıştır. Ona göre işçiler karbonhidrat ağırlıklı beslenirken fabrika yönetimindekiler daha çok yeşil gıda tüketmelidir (Verimin artırılması için Taylor, işçinin sağlığının uzun vadede feda edilebileceğini ima etmektedir.). İşçi ayaklanmaların her yeri yakıp kavurduğu bir dönemde Taylor, işyeri barışından söz etmiştir(Taylor’ın ortaya koyduğu insanı insanlığından çıkaran katı sistem, grevlerle karşılaşmıştır. Onun önerdiği sıkıcı, kasvetli, tekrara dayalı bir üretim modelidir. Bu model bireyler arasındaki farklılığı görmezden gelir. Herkesin yetenekleri ve verimliliğini tek tipleştirmek doğru değildir). Taylor’a göre patron da işçi de birbirine muhtaçtır. Aynı gemidedir. Gemi su alırsa istisnasız herkesin boğulması muhtemeldir. (Taylor’ın argümanı inandırıcı durmaktadır. Ancak o, ekonomik krizlerde küçük ve orta ölçekli işletmeler ile sabit gelirli kişilerin çok zarar gördüğü, büyük sermayenin krizleri hasarsız atlattığını bilgisini gizlemektedir.) Taylor, temelde emekle sermayeyi birbirini uzlaştırmaya çalışmaktadır. İşletmeler, çok amatör çalışmaktadır. Taylor, herhangi bir veriye dayandırmadan bilimsel yönetim altında çalışan işletmelerde herhangi bir grev olmamıştır diyerek kendi düşüncelerine bir alt yapı oluşturmuştur. Nitelikli bir fabrika yönetimi veya işletmesi ile bu yönetimle uyumlu çalışabilen sendikaya üye olamayan işçilere ihtiyaç vardır. Bu bağlamda Taylor’ın öğrencisi Ford’un Amerikan işletmeleri içerisinde sendikaların varlığını en son kabul eden kişi olması ilginçtir. Taylorizm ve Fordizm’i bu nedenle birlikte ele almak lüzumludur. Ford, montaj hattını(üretim bandı) keşfederek, üretimi hızlandırdı. Milyonları aşan araba üretti. Araba üretim maliyetlerini düşürdü. Ford, bu kadar çok üretilen malların bir tüketiciyi olması gerektiğine inanmaktaydı. İşçilerin durumu belliydi. Üretim, tüketilmezse kriz ortaya çıkabilirdi. Fabrikalar kapanabilirdi. Bu da sanayicinin kendi ayağına kurşun sıkması idi. Ford, bu nedenle kendi fabrikalarında gönüllü olarak çalışma süresini 8 saate düşürdü. Fabrikalar günde 3 vardiya halinde çalışacaktı. Yine Ford, kendi işçisine piyasanın 2 katını aşan ücret ödemeye başladı. Ford, buna rağmen karına kar katıyordu. Çünkü seri üretimle birim maliyetleri düşürmüştü. İşçilere daha fazla maaş vererek ve çalışma süresini azaltarak onlara boş zaman tanımış böylece fazla maaş ve boş zamanla onların tüketime yönelmesini ve de sistemin devamını sağlamaya çalışmıştır. Tek bir risk vardır. O da işçilerin boş vakitlerini nasıl geçireceğidir? Onlar, düşünürlerse ve sistem aleyhtarı hareketlerin içinde bulunurlarsa ne olacaktır? Radyo’nun yayılması, televizyon yayınları aynı döneme denk gelmiştir. Kitle tüketimi, kültürü ve iletişimi kavramları ortaya çıkmıştır. O sekiz saatlik boşluk böylece dolacaktır. Frankfurt Okulu temsilcileri, Amerika’ya göç ederken işçi sınıfının ayaklanıp komünizmi getireceğine inanmaktadır. Ancak, temsilciler Amerika’ya vardıklarında işçilerin hayatlarından memnun olduklarını görünce hayal kırıklığı yaşamıştır. Kapitalizmin biteceği konusunda karamsarlığa düşmüşlerdir.