Geçtiğimiz günlerde Nazilli Şirinevler Mahalle Muhtarı Yusuf Uysal ile röportaj yaptım. Muhtar Uysal’ın hizmet alamamakla ilgili ciddi şikayetleri var. Bozuk yollardan, hayvanların otladığı boş arazilerden, alt yapı eksikliklerinden dert yandı. Hizmet alamamaktan yakınırken öyle bir cümle sarfetti ki içim sızladı. Uzun yıllar Avrupa’da yaşadıktan sonra memleketi Nazilli’ye dönen, mahallesine muhtar seçilen Yusuf Uysal dedi ki: “Keşke medeniyeti hiç görmeseydim, dünyayı buradan ibaret sansaydım.”

MEDENİYET DEDİĞİMİZ…

Medeniyet geniş bir kavram. İçinde bilim var, sanat var, görgü var, estetik var, konfor var. Muhtar Uysal bu cümleyi mahallesinin imar ve bayındırlık konusundaki geri kalmışlığını ifade edebilmek için söyledi. Aşağı Nazilli’nin Yukarı Nazilli’ye nispetle geri kaldığı doğrudur. Nazilli’nin çevresindeki büyük yerleşim yerlerine nispetle geri kaldığı da doğru. Öte yandan Türkiye’nin Avrupa medeniyetini 100 yıl geriden takip ettiği efsanesi dillere pelesenk olmuştur. Türkiye tarihi boyunca her gelen hükümet az veya çok Türkiye’yi kalkındırmak, çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmak için mücadele etmiştir. Ancak imar ve bayındırlık konusundaki gelişmişliğin, medeniyetin yalnızca makyajı olduğunu akıldan çıkarmamak gerek. Güzel ve modern binalar, çevre düzenlemeleri, alt yapı bunlar elbette olmazsa olmaz ancak medeniyetin asıl beşiği bana kalırsa zihinlerimiz olmalı. Zihinlerimiz önce hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, laikliği, insan haklarını, fırsat eşitliğini, liyakati kabul etmeli. Ortaçağ Avrupa için karanlık bir dönemken, doğuda koca bir medeniyet vardı ve bu medeniyetin temeli, bilimsel çalışmalara, adaletli hükümdarlara, düşünce özgürlüğüne dayanıyordu. Sonra Avrupalılar medeniyeti doğudan alıp batıya taşıdı. Bilimsel çalışmalar ekonomik refahı, ekonomik refah medeniyeti besledi. Derken biz geri kaldık, Avrupa ileri gitti. Eğer medeniyeti geri istiyorsak kanaatimce işe zihinlerimizi dönüştürmekten başlamamız gerekiyor.