Cumhuriyetin 101. Yılına girdik.100 yıl bayramının tüm milletimize “kutlu” olmasını dilerken bu köşede cumhuriyet-tarım –kalkınma konularını sık sık ele alacağız.

Dünkü yazımızda hükümetlerin tarımı değil, diğer sektörleri kalkınma için daha öncelikli görmelerinden dolayı tarım nüfusunun ve köylerin durumunu mukayese yolu ile açıklamıştık.

Burada şu soru aklımıza gelmekte:Bugünün köy(kırsal) anlayışı mı daha yararlı ve üretken yoksa Cumhuriyetin ilk yıllarındaki anlayış mı?Karar okuyucumuzun.

Kurtuluş savaşını izleyen yıllarda nüfusun büyük bir bölümünün köylerde yasıyor olması ülkenin kalkınmasına yönelik yaklaşımlarda köy ve köylü sorununa ağırlık verilmesine yol açmıştır.

Yeni devletin kuruluşunu takip eden yıllarda, adeta perişan durumda bulunan kırsal alan nüfusunun ekonomik durumunun iyileştirilmesine yönelik çabalara girişilmiş ve hizmetler götürülmeye çalışılmıştır. Bu faaliyetlerin bir bölümü altyapıya yönelik olurken (yol, içme suyu, elektrik vb.), bir bölümü ise ekonomik ve sosyal faaliyetlere (tarımda makineleşme, hayvan ıslahı, tarımsal destekleme, eğitim vb.) yönelik olarak gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarını kırsal kalkınma açısından bir enkaz kaldırma ve yeniden düzenleme dönemi olarak değerlendirmek mümkündür.

Anadolu’da tarıma temel olarak aile emeği ile üretim yapılan geçimlik düzeydeki küçük köylü işletmeleri egemendir. Bu işletmeler sanayi bitkilerine değil, daha çok yerinde kullanılacak tahıl üzerine kurulu, son derece geri teknoloji kullanan ilkel bir yapıya sahiptirler.

1927 yılı verilerine göre toplam 13 milyonluk nüfusun %84’ü köylerde oturmakta ve üretim esas olarak tarıma dayanmaktadır. 1923’te GSMH içinde tarımın payı %43,1, sanayinin payı %10,6, hizmetler kesiminin payı %46.3 olarak gerçekleşmiştir. Toplam istihdam içinde tarım kesiminin payı %80’in üstündedir. İhracat gelirlerinin %85’i tarımsal ürünlerden sağlanmaktadır.

Türk köylüsü ve çiftçisinin ülkeyi omuzlama çabasını desteklemek için kalkındırmanın bir diğer yolu haklarını yasal güvence altına almaktı.

18 Mart 1924 yılında kabul edilen 442 sayılı Köy Kanunu Cumhuriyet tarihinin ilk kanunlarından biridir. Kırsal kesimin çağdaşlaşmasını ve refaha ulaşmasını sağlamaya yönelik Köy Kanunu iki açıdan önemlidir. Birincisi bu yasa ile kalkınmanın köyden başlama gereği vurgulanmış, ikincisi de köylere hukuki bir kişilik tanınmış ve tarihimizde ilk defa köy kanunu ile köy toplulukları özerk bir yapıya kavuşturulmuştur.

Diğer bir çaba ise köylerin yapısal ve sosyal özelliklerini demokratik hale getirmektir. Ege, Çukurova ve Doğu Karadeniz tarımın en fazla ticarileştiği, kapitalist üretim ilişkilerinin en çok yayıldığı yöreler iken, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ise yarı- feodal üretim ilişkileri ağırlık kazanmıştır.

Köye tanınan özerklik ile birlikte, seçilen yönetsel organlara ve köy halkına köy yasamı için gerekli alt yapı ve benzeri hizmetleri yapma ve daha iyi yasam koşulları yaratma yükümlülüğü getirilmiştir. Böyle bir yaptırımın temel özelliği, toplumu kalkınmaya, çağdaşlaşmaya ve daha iyi yasam koşulları oluşturmaya yönelik olmasıdır.

Köy kanunun kabul edilmesinin yanı sıra 1924 yılında gerçekleştirilen tarımsal ve kırsal alanı ilgilendiren diğer bir yasal düzenleme ise; Osmanlı döneminde ilk adımı 1846 yılında atılan tarımsal kamu hizmetlerinin bir örgütlenmesi olarak kurulan Ziraat Vekâletinin tekrar islerlik kazanmasıdır.

1924 yılı 432 sayılı kanunla yalnızca tarım sektörüyle ilgili ilk bakanlık olan “Ziraat Vekâleti” kurulmuş olması idari açıdan önemli bir değişim olarak değerlendirilebilir.