Mahallemizde “top sahası” denirdi maç oynanan yere. Çoğu kez oranın bir sahibi vardı. Bazısı çok sert davranırdı gençlere, çocuklara. Bazısı da hoşgörülü olurdu. Top sahasının çevresindeki komşuların bahçesine kaçan toplar sorun yaratırdı. Yurt dışındaki – içindeki çocuk ve torunları için bahçesindeki meyveleri yetiştiren bahçe sahibi, “Bir daha kaçırırsanız topunuzu keserim ha…” deyip, korkuturdu oğlan çocuklarını. Şair ruhlu bir bahçe sahibi de “Bir Gün Tüm Çocuklar” başlıklı şiirinde:
“Bana çocukları gönderin,
Topları kaçsın bahçeme,
Bırakın ezsinler çiçeklerimi,
Meyvelerimden yesin,
Doya doya her biri” diyerek çocukları hoşgörüyle karşılar, sevgisiyle kuşatırdı. Hayallerinde yaşattığı bahçesinde çocuklara, böylesi bir yaklaşım sergileyeceğini paylaşırdı bizimle. Bu eğitimci – şair ve yazar, benim fahri öğretmenim, canım dayım, Mustafa Kemal Yılmaz'dı. Onu rahmetle, sevgiyle, saygıyla ve özlemle anıyorum…
“Efsane Değil İnsanım” kitabının yazarı S.A. nın edebiyat öğretmeni Şenol Durmazer, o günleri ne güzel anlatır dizelerinde:
ÇOCUKLUĞA SÖYLENCE
Bu yaz yıllardan sonra
ayaklarımı eski mahallemize götürdüm,
eskicilere inat eskiler aradım
eski evler kalmamış pek,
eski zaman insanları desen, tükenmiş neredeyse,
anımsaması kalmış bize bir tek
onlar da belli belirsiz, eskimiş iyice,
onlarmış meğer, okul piyeslerinde canlandırılıp yok olan
ezbere sığınmış acemiliğin ürünü
kahramanlar gibi…
bu duvarlardan mı aşardık biz,
kaçan topları almak için? Şaşılacak şey, pek de yüksek
değilmiş, oysa.
bir onlar direnmiş demek, bir de
yazılar, boya, badana altında:
Bağımsız Türkiye
rengini yitirmiş
söylence gibi.
ne bakkal Musa kalmış, ne
cam kavanozlarda naneli şekerleri
kim derdi market olacak diye, kim derdi?
ne kolay
hikaye gibi...
elden ayaktan düşmüş şimdilerde Şevk'emmi
toplarımızı keserdi bahçesine kaçınca
bıçak tutan iri, kıllı elleri nerede ?
nerde kösteklisi, nerde delikli iki buçuklukları?
masal gibi.
ah kunduracı Sevk'emmi!
bir düşlerimizde alt ederdik onu
bir de kaçmalarımızda
yakalayamazdı ki hiç
zamanmış kovalanan oysa
yarış gibi.
keten helvacıların sesi miydi yoksa
her ikindi bizi kışkırtan? ya,
karanlık odalara kapatılan yaramazlıklarımıza
ne demeli ?
naftalin serinliğine kelepçeli
dün gibi
evini müteahhite vermiş marangoz Mustaf'endi
iki daire karşılığı, öyle söyledi
yıkıldı yıkılacakmış zaten
kiracısı Atiy'anımsa çok olmuş bu dünyadan göçeli
keten helvacıların sesi de silinmiş geçmeyi geçmeyi.
yazılar da her eski zaman söylencesi gibi
silinmese de belleklerden
o şimdi emekli,
çocukluğumuz gibi...