Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde köylerin kuruluş gayeleri yer seçimleri ile ilgili tercihleri çoğu zaman ortak özellikler taşımaktadır.

Osmanlı Devleti, Anadolu’daki Türkmen aşiretlerini iskâna tâbi tutarken, ya meskûn bulunan köylerdeki yerleşik halkın arasına üçer beşer hane şeklinde yerleştirmiş, ya da boş olan yerlere yeni köyler kurmak suretiyle bu köylere toplu olarak iskân ettirmiştir. Bu uygulamanın, genellikle aşiretlerin devlete verdikleri güvene göre değişiklik gösterdiği görülmüştür. İskân edilecek aşiretin, halkın huzur ve sükûnunu bozmadan işiyle meşgul olacağı anlaşılırsa, yeni köyler kurularak topluca iskân ettiriliyorlardı. Ancak, rahat durmayacakları anlaşılırsa, bunlar yoğunluk ve etkinlikleri kırılmak maksadıyla, gruplar halinde köylere dağıtılmak suretiyle iskân ettirilmişlerdir (44).

Yerleşik hayata geçen Yörüklerin yeni köyler teşkil etmek yerine hali hazırda bulunan köylere yerleştikleri anlaşılmaktadır. Bu itibarla, Yörükler reaya ile birlikte aynı köyleri paylaşmışlardı. Bundan dolayı, özellikle 1530 tarihli tahrirde, köylerde yaşayan Yörüklerin nüfusları bazen ayrıca verilmemiş, reaya ile birlikte kaydedilmişti. Keza, bu durum vergileri için de söz konusuydu. Nüfusun ve vergilerin ayrı ayrı verilmemesinin sebebi her iki hayat tarzı arasında belirgin bir farkın olmamasından ileri gelmiş olmalıdır. Her iki grup da ekonomik faaliyet olarak hem ziraatla hem de hayvancılıkla meşgul olmuşlardı. Köy arazisi içinde bulunan yaylaklara her iki grup da koyunlarını çıkartmakta, yine köy arazisi her iki grup tarafında da tasarruf edilmekteydi. “Resm-i zemin-i Yörükan” başlığı altında kaydedilen vergiler Yörüklerin de köy arazisi içinde ziraatla uğraştıklarını göstermektedir (45).

Büyük Menderes vadisinde ise yerleşim sisteminin gelişmesinde Büyük Menderes belirleyicidir. Bölgede neredeyse bütün yerleşimler Menderes ve onu besleyen daha küçük akarsuların çevresinde yer alır (46).

Köy yerleşim sahaları seçiminde güvenlik, doğal afetlere karşı korunaklılık, su kaynaklarına yakın olma, yaylak ve güzleklere ulaşım, mera ve tarımsal alan mevcudiyeti gibi özellikler ön plana çıkmıştır.

Büyük Menderes havzasında kurulan ilk köyler genellikle çay ve dere kenarlarına mümkün olduğunca ovadan yüksekçe az meyilli arazilere, sivrisinekten koruyacak rüzgâr esintisi olan, sel, yangın riski az sahalara kurulmuştur. Eşkıya ve –uçlarda- düşman saldırısına karşı korunaklı alanlar tercih edilmiştir.

Bir yerin köy olarak kurulmuş olması, onun gelişmesine engel değildir. Bu gelişme, mesela kervan ve ticaret yollarının üzerinde olması, yani mevki’inden kaynaklanabileceği gibi oradan yetişip mühim bir mevki’i gelmiş bir şahsın doğup büyüdüğü yeri kalkındırmak için tesis ettiği vakıflar dolayısıyla olabilir (47).

Tarihsel süreçte nüfusun artmasıyla ve güvenliğin beli ölçüde sağlanması ile birlikte Menderes çevresindeki yerleşimlerin ovaya kayarak geliştikleri ve büyüdükleri açıkça görülür.

Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde, özellikle Yavuz Sultan Selim dönemine kadar olan süreçte kişi adlarında olduğu gibi yerleşim yerlerinde, yer adlarında ve coğrafi tanımlamalarda Türkçe adlar hâkimdir.