Türkiye’nin bir süredir seçim sath-ı mailinde olduğu görüşü hakim. Birtakım siyasi olaylar ve açıklamalar böyle bir hava oluşmasına neden oldu. Ekonomideki gelişmeler, faiz indirimini takip eden fiyatlardaki artış ortamında yapılan anketlerde Millet İttifakı’nın oylarının Cumhur İttifakı’nı birkaç puan geçer görünmesi, muhalifleri heyecanlandırdığı kadar hükümet kanadını telaşlandırmadı. Muhalifler bu tabloya bakarak koltuk kapma yarışı yaparken, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere hükümet kanadı kendinden emin bir şekilde çıkar yol aradı. Mazot fiyatı 30 lirayı geçti, enflasyon maaşları eritti ama tüm bu kaos ortamının ardından gelinen noktada hükümetin ve onu destekleyen milyonların itikadı bırakın zayıflamayı, bu krizden de güçlenerek çıktı. Tüm bu olumsuzluklar safları sıklaştırmaktan başka bir sonuç doğurmadı.
***
Peki bu nasıl oldu? Mesleğim gereği devamlı olarak sahadayım. Toplumun her kesiminden insanlarla sohbet ediyorum. Paragrafın başındaki sorunun cevabı birazdan aktaracağım manzaralarda gizli. Birkaç hafta evvel röportaj yapmak üzere bir esnaf kooperatifine gittim. Kooperatifin başkanı tam yaşadıkları sorunları anlatmak için ağzını açacakken, orada bulunan sıradan görünümlü, başkan üzerinde nasıl bir tahakkümü olduğunu çözemediğim biri lafı başkanın ağzına tıktı. Sert bir üslupla “Sakın kötü birşey söylemeye kalkma, reise laf yok” diyerek tehditvari bir bakış attı. Adamın sözleri ortamda öyle tedirgin edici bir hava estirdi ki haber yapmadan çıkıp gitmek zorunda kaldım. Tanık olduğum bir başka konuşma… Yine haber için başka bir kooperatifteyim. Ekonomi ve siyaset konuları kendiliğinden açıldı. Sohbete katılan biri dedi ki: Ben bugüne kadar AK Parti’ye hiç oy vermedim ama bu defa vereceğim. Çünkü şirketim yüzde 600 büyüdü.” Bir başkasının sözleri siyasette yükselen milliyetçilik havasına işaret ediyordu: “CHP, HDP ile işbirliği yapıyor. Ben milliyetçi bir insanım. Ne olursa olsun böyle bir partiye oy vermem. Oyum Erdoğan’a.” Bir başka gün yine esnaflar arasındayım. Konu hayat pahalılığı. 20’lerinde bir delikanlı “Abla ben Reisçiyim. Bunlar hiç kazandıkları paradan bahsetmiyor, hep şikayet ediyorlar” diye söze karıştı.
***
Toplumun her kesiminde rahatsızlık uyandırdığını düşündüğümüz mülteci meselesinde bile milliyetçi olduğunu söyleyenlerin bir hoşgörü noktası var. Türk gençlerinin masa başı iş istediklerini, kolaya kaçtıklarını düşünüyorlar. Türklerin çalışmak istemedikleri büyük hayvan çiftliklerinde, tarım işlerinde, fabrikalarda mültecilerin çalıştıklarını, bu yüzden gitmemeleri gerektiğini söylüyorlar.
***
Ben bu manzaralara Nazilli’de tanık oldum. Daha bunun İç Anadolu’su var, Karadeniz’i var, mültecilerin yoğun olduğu büyükşehirleri, Güneydoğu Anadolu’su var. Muhalefetin en çok dayandığı ekonomik sorunlar ve mülteciler konularında bile durum böyle. Bir de bu tabloya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yoksul kitleler üzerinde rıza oluşturmaktaki maharetini ekleyin. O’nun ağzından çıkacak “Eyyy” nidasıyla başlayan herhangi bir diklenme cümlesini mest olmuş şekilde dinlerken, muhalefetin dile getirdiği apaçık gerçeklere bile adeta burun kıvırarak dinlediklerini ekleyin. Gerçeğin ne olduğu hiç önemli değil. Önemli onların insanların ne düşündüğü. Gördüğüm manzaralardan çıkardığım sonuç şu: Mazot 50 lira bile olsa hükümetin arkasında dimdik duracak milyonlar var. Ekonomik sıkıntılara katlanmanın milli beka meselesi olduğuna yürekten inanmış, yalnızca kültürel kimliğe göre oy veren milyonlar var. Mevcut ekonomik sistemden parasına para katan milyonlar var. Aldığı sosyal yardımı kaybetmek istemeyen milyonlar var. Bir de kamuoyuna 113 bin olarak açıklanmış ama gerçek sayılarını kimsenin bilmediği Türk vatandaşlığı verilmiş, seçimde oy kullanacak olanlar var. Muhalefet takkesini önüne koyup bu manzarayı iyi düşünmeli. Aksi halde kırk yılda bir ellerine geçecek bu tarihi fırsat gitti gider. Tünelin ucunda görünen ışık giderek sönükleşiyor. Bizden söylemesi…