Henüz çocuk yaşta ne yapacağını kafasına koymuş. Hangi okula gidip annesini nasıl razı edeceğine kadar düşünmüş, yatılı okulda geceleri battaniyesinin altına gizlenip kitaplar okumuş.

Okuduğu kitap sayısı yaklaşık 5000. Notlar alıp altını üstünü çizdiği resmi kayıtlı rakam ise 3997.

Haftada bir kitap okusanız senede 52 kitap eder. 10 senede 520 kitap. 20 senede 1040. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Eksik gördüğü her konuda kendisini yetiştirmeye çalışmış. Ülkenin içinde bulunduğu durumu daha o zamandan görüp bir kâhin gibi olacakları hatta henüz ortada olmayan savaş sonrası, ortada olmayan ülkenin sınırlarını çizerek anlatmış.

Ülkenin savunması için bir nefer gibi gizlice cephelere girip mücadele etmiş. Gözünden yara almış, kör olma tehlikesine rağmen görevini bırakmamış. Sıtma nöbetleri, böbrek ağrıları içinde görevine devam etmiş. Kurşun yemiş, şarapnel yemiş, kırık kaburgalarla dahi görevinin başından ayrılmamış.

Arap çöllerinde bizi arkamızdan hançerleyen Araplara karşı dimdik ayakta durmuş, koca bir orduyu yok olmaktan kurtarmış.

Liderlik özellikleri, mücadeleciliği, çalışkanlığı, doğru ve dürüstlüğü, koşulsuz özgürlük inancı ve insanları kolayca etki altına alabilmesini tehdit olarak görenler tarafından devamlı sürgün hayatı yaşamış.

DÜŞMANLARLA BOĞUŞMAKTAN ZOR OLANI

Vatanı satan, kendini, sefasını ve sarayından başka bir şeyi düşünmeyen sultan ile yalakalarına karşı boynuna takılan idam fermanı ile mücadele etmiş. İmkânsız denilenleri sırayla gerçekleştirmiş, meclis kurmuş, çeteleri, padişah ve İngiliz kuklası isyancıları püskürtmüş, asker kaçaklarının ordu sayısından fazla olduğu bir dönemde düzenli bir ordu kurarak çağın en gelişmiş donatı (teçhizat), lojistik (yiyecek, içecek, sağlık, haberleşme, yol hizmetleri) olanaklarına sahip düşmanı durdurmuş. Düşmanlarla boğuşmaktan da zor olanı, satılmış hainlerle mücadele etmiş.

KURT KAPANI

Bu cephelerden toz kalkmaz, on sene saldırsalar yıkılmaz denilen cepheleri Fevzi Paşa'nın

“Kurt Kapanı” ismini

verdiği planla darma duman etmiş, 10 gün sonra İzmir'deyiz dedikten 9 gün sonra İzmir'e girip düşmanı denize döktükten sonra “Bir gün erken girdik, ne yapalım çocuk, düşman bizi yanılttı.” demiş. “Kurt Kapanı isimli bu başarı muazzam, inanılmaz, tarihte eşi görülmemiş bir plan” diyenlere “Yoo, Annabel'in Cannes'da uyguladığı manevranın aynısı!” demiş.

CEHALETLE SAVAŞMAK ZOR

Savaşın en sıcak günlerinde, Meclis'i Konya veya Kayseri'ye mi taşıyalım tartışmalarının yapıldığı bir dönemde yurt dışına öğrenci göndermiş, öğretmenler kongresi toplayarak “Cehaletle savaşmak düşmanla savaşmaktan kolay değil, başarıya eğitim orduları kurarsak kavuşuruz.” demiş. Yine savaşın en sıcak günlerinde müze kurmuş, bozkırın ortasında opera binasını açmış.

KULLUK YERİNE VATANDAŞLIK

Bir diktatör gibi her şey iki dudağının arasında olabilecekken o Cumhuriyet'i ilan etmiş. Halka kulluk yerine vatandaşlık bilinci aşılamış.

EĞİTİM SEFERBERLİĞİ

Okuma yazma oranı %3 olan bir ülkeyi eğitim seferberliği ile kalkındırmış. Osmanlı'dan önce Türklerin var olduğunu bile bilmeyen halka tarihini, kültürünü, dilini öğretmiş. Din istismarcılarına, dini kullanan sahtekâr yobazlara karşı okuyup anlamaları için din kitaplarını Türkçe yazdırmış. Din ve devlet işlerini ayırmış, “Bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin.” demiş. At nalına çakacak çivisi olmayan bir ülkeyi on senede dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri durumuna getirmiş, makinisti olmayan bir ülkede otomotiv, uçak sanayi kurmuş, kurduğu fabrikalar için “Her fabrika bir kale” demiş ve bu fabrikaları bir eğitim yuvası olarak planlamış.

KORUMA ORDUSUYLA GEZMEDEN

Korumalar ordusu ile gezmeden, sefahat içinde saraylarda yaşamadan, israftan uzak, mütevazı, halkı ile iç içe, omuz omuza yaşamış. İşçilerle oturup soğan ekmek yemiş, balıkçılarla kasaları ters çevirip oturup çaylarını içmiş, 45 yaşından sonra yüzme öğrenmiş, halkıyla beraber denizde yüzmüş, gençlerle kürek çekmiş, bulunduğu yerde askerler ve hizmetliler yemeklerini bitirmeden ağzına bir lokma ekmek koymamış.

LİYAKAT

Kendi evlatlıkları, yakınları, kızları, damatları için bile kesinlikle iltimas yapmamış, hatta şahsi olarak geçinemediği ya da onu eleştiren kimseler bile olsa liyakate önem vermiş, çalmamış, çırpmamış, kendisini halkına adamış. Günler, geceler süren savaşlarda bile her zaman temiz, itinalı, traşlı bir masal kahramanı gibi, cephede, en ön saflarda, askerine örnek olmuş. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bir daha askeri üniformasını giymemiş. Sivil hayatta da son derece yakışıklı, karizmatik, her zaman muhteşem giyinen bir lider olmuş. Kadının adı yokken o eski Türk geleneklerinden, kadına verilen önemden bahsetmiş, Almanya, İtalya, Fransa, İsviçre gibi ülkelerde bile yokken, o kadına seçme ve seçilme hakkı vermiş. Medeni Kanunu, ceza kanunu, adaleti getirmiş.

DOĞAYI TÜMÜYLE KUCAKLAYAN

Kimsesiz çocuklara kucak açmış, evlat edinmiş, imkânlar sağlamış; engelli kelimesinin bilinmediği zamanlarda o engelliler için dernek kurdurup yardım elini uzatmış. Henüz ülke kurulmadan, yeni açılan Mecliste bile dağlardan ormanlardan, tabiatın, ağaçların suyun öneminden bahsetmiş. Kesilen bir iğde ağacı için gözyaşı dökmüş; ağaç kesmemek için evi ray sistemi ile temelinden hareket ettirerek uzağa taşımış. Doğayı sevdiği gibi hayvanları sevmiş. Kedileri, köpekleri hiç eksik olmamış. En çok da atları sevmiş. “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin ordusu, istilalar yapmak, saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır.” demiş.

ESARET ALTINDAKİ ÜLKELERE ÜMİT OLMUŞ

En azılı düşmanları tarafından Nobel Barış Ödülü'ne layık görülmüş, emperyalist güçlerin esareti altındaki ülkelere ümit olmuş, “Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş cinayettir.” diyerek tüm dünya ülkeleri ile güzel ilişkiler kurmuş, barış anlaşmaları yapmıştır.

VEFA BORCUMUZ

SÖZÜN ÖZÜ:

500'den fazla sanatkâr, düşünür ve ilim adam-larının, 300'den fazla yıl uğraşarak gerçekleştirdikleri Rönesans'ı, tek başına 10 seneden kısa bir zaman diliminde gerçekleştiren bir liderdir. Hayallerine değil, yaptıklarına bile yetişemediğimiz böyle bir lideri anlatmak boynumuzun borcu

değil mi?