Ulvi amaç ve idealleri olmayanlar, dar bir bakış açısına sahiptir. Onlara devlet bir makam verir. Bir koltuk, bir sumen hikâyesidir onların tüm hayatları… İnisiyatif alamazlar… Senden yana düşünemezler. Kızmayalım onlara, onlar tam bir vazife adamıdır. Görev ve makam girdabından çıkamazlar. Bu nedenle onlar emekli bile olmak istemez. Saltanatları kapı önüne konuluncaya kadardır. Sonrası her şey ansızın biter. Elbiseni çıkardığında salt insan olarak kalırsın. Oysa içi zengin olan bir kimse zenginliğini her yere taşır. İman bu anlamda değerlidir. Ancak bu salt bir imandır. Yoksa toplumu kontrol edebilmek adına fermanla salınan iman ritüeli değil.

Tarihin derinliklerinden günümüze kadar gücü elinde tutanlar dini kontrol etmek istemiştir. Bu, onlar için egemenliklerini perçinlemenin bir yoludur. Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kontrol eder; Çin ise Konfüçyüs felsefesiyle kalabalık, azgın bir toplumu ıslah etme peşindedir. Amansız sömürge döneminin sonunda Afrikalı siyahî toplumlar, şu tespitte bulunur: “Avrupalılar gelmeden önce bir dinimiz yoktu; topraklarımız vardı. Avrupalılar gelince bir dinimiz oldu fakat topraklarımız yok oldu.”

Çok şey yapmaya gerek yok. Sadece “Allah’a kul olmak” kavramının içi dahi doldurulsa bu yeterlidir. Allah’a kul olmak, başkasına kul olmamak anlamı taşır. Haksız mıyım? Rükûda eğilmek, hiçbir makam, güç-kuvvet, menfaat karşısında eğilmemektir. Menfaat için etek öpenler, onurlarını hiçe sayanlar günde Yaradan’a karşı beş değil elli vakit secdeye gitseler bunun bir anlamı olur mu? O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar diyen Mehmet Akif’i bu anlamda değerlendirmek doğru olur. Akif, doğru bildiğini söyler. Eğilmez, bükülmez. Sözüm odun olsun, tek doğru olsun diyen bir insandır. Kurtuluş Savaşı’na yürekten inanır ve bu mücadeleyi destekler. Ancak İslam’dan yana tavır almıştır. Milli Mücadele sonrası, farklı bir çizgide Cumhuriyet yol alınca kendisi Mısır’a gider. Yeni rejimde bir makam kapmak için sakalını kesmez, düşüncelerinden asla taviz vermez. Vefatında onun cenazesi sessizce kaldırılır.

İdeolojilere inanmakta mıyız? İdeoloji kurbanı mıyız? Yoksa ideolojileri bir menfaat sağlamak için mi kullanmakta mıyız? Bu sorulardan en masumu bir ideolojiye inanmaktır. Ülkemizdeki sendikaların şu anki durumu tartışmalıdır. Kimileri, sendikaların ideoloji kurbanı olduğunu iddia etmektedir. Hatta haydi, bizim görüşün de bir sendikası olsun anlayışının yaygın olduğunu söyleyenler vardır. Sendikalar, dini anlayış ve her türlü siyasi tutum ve ideolojiden arınmalıdır. Sadece emek savunulmalıdır. O kutsal alın terinin karşılılığı yani… Sendika kavramının içeriği doldurulmamışsa Allah’a tövbeli, kula kul insan ortaya çıkar. Emekten yana değil emek sömürüsünden yana çarklar döner.