Aydın’da 1947 yılından bu yana faaliyet gösteren Has Akasya Kahve’nin Doğu Gazi Bulvarı’ndaki satış mağazasında bulunan kahve araç gereçleri koleksiyonu, görenleri tarihin zaman tünelinde yolculuğa çıkarıyor. Kahve değirmenlerinden fincan takımlarına, tepsilerden gaz ocaklarına kadar pek çok eski eşya koleksiyonda yer alıyor.

Yeni Kıroba’ya özel açıklamalarda bulunan Has Akasya Kahve’nin sahibi Mustafa Kaşıkara, “Müessesemizin kurucusu babam Kamil Kaşıkara. Ben ikinci kuşağım. 34 yaşında oğlum var. Bizden de ona geçecek. Babam 1947’de içinde bulunduğumuz bu mekânı alıyor ve bakkaliye faaliyetine başlıyor. Tekel bayiliği de var. O yıllarda çiğ kahve satılıyor. Babam 1961 yılında kahveyi kavurup satmaya başlıyor. O günkü adıyla tahmis. 1947’den beri faaliyet sürdürüyoruz. Kahveyi kavurup satmamız 1961’de başlıyor” dedi.

IMG_5875      IMG_5887

AYDIN’A KAHVE DEĞİRMENİNİ BABASI GETİRDİ

Babası Kamil Kaşıkara’nın elektrikli motorlu kahve değirmenini Aydın’a getiren kişi olduğunu anlatan Kaşıkara, şöyle devam etti: “1977’de Ecevit döneminde çiğ kahvenin Tekel tarafından getirilmesi yasaklanıyor. 1983’te Özal geldikten sonra ithalatı serbest bırakıyor. 1977 – 1983 arasında bir boşluk var. O zaman biz değirmenleri falan kaldırdık. 1983 yılından sonra devam ettik. Babam 1977 yılında vefat etti. Ben o zaman 14 – 15 yaşlarındaydım. Dükkânı abim çalıştırıyordu. 1985’te ben devraldım. O gün bugündür ben sürdürüyorum.”

“GELENEKSELLİĞE ÖNEM VERİYORUZ”

Has Akasya’nın markalaşma süreceğine değinen Kaşıkara, “Henüz marka tescili bilinmezken 80’li, 90’lı yıllarda marka tescillerimizi aldık. O zaman mecburiyet falan da yoktu ama ne olur ne olmaz diye aldık. Aydın merkezin dışına çıkmadık. Büyümek istemedik. Merkezdeki ikinci şubemizi 1997 yılında Adnan Menderes Bulvarı’nda açtık. Orası da devam ediyor. Marketler çoğalınca oralardan paket talebi gelmeye başladı. Marketlere verdiğimiz paketleri makinede değil, elde paketliyoruz. Gelenekselliğe önem veriyoruz. Paketlenen kahvelerimiz süpermarketlere, hipermarketlere gidiyor. Perakende satış hizmetlerimizi de şubelerimizde sürdürüyoruz” diye konuştu.

IMG_5907

“30 YILLIK EMEK VAR”

Görenleri tarihin zaman tünelinde yolculuğa çıkaran koleksiyona ilişkin bilgi veren Kaşıkara, “Bende eskiye karşı bir merak var. Kahveyle ilgili koleksiyonu oluşturmaya yaklaşık 30 sene önce başladık. 30 yıllık bir emek var burada. Şu anda gördüğünüz araç gereç, koleksiyonun 5’te 2’si. Geri kalanları depoda. Köşedeki dükkânımız çok küçük. Koleksiyonun bulunduğu bu ofisi 10 yıl önce satın aldık. Kahve kültürünü yaşatmak adına bu koleksiyonu yaptım ve burada sergiliyorum. Türk kahvesi budur işte… Değirmenler, dibekler, fincanlar, tepsiler, çok çeşitli ürünler var. 120 – 130 senelik araç gereçler var burada. Yörüklerin kahve kavurma teknikleriyle ilgili malzemeler var. Onların kahveyi kavurduktan sonra soğutup öğüttükleri ürünler var. Koleksiyon müşterilerimizin ilgisini çekiyor. Yaşlı insanlar görünce ‘hey gidi günler hey’ diyor. Gençler de meraklı bir şekilde inceliyor. Bunu insanlara göstermekten keyif alıyorum” ifadelerini kullandı.

“EN BÜYÜK ÜRETİCİ BREZİLYA”

Türkiye’de kahvenin geçmişinden söz eden Kaşıkara, “Türkiye’nin kahveyle tanışması, Osmanlılara dayansa da Türkiye Cumhuriyeti’nde Tekel nezdinde Ticaret Bakanlığı o yıllarda kahve ithal edelim, Tekel de bayilerine satsın diye düşünmüş. Dünyada en büyük kahve üreticisi Brezilya. Orası çok büyük bir coğrafya. Onun da bölgeleri var. O yıllarda bizim Türk kahvesine uygun kahve tipi diye Minas bölgesinde yetişen kahve var. En çok üretilen, dünyaya ithal edilen kahve bölgesi. Tekel oradan getiriyor ve satmaya başlıyor. Tekel ithalatı durduktan sonra, Özal zamanında ithalatın serbest bırakılmasının ardından özel ithalatçılar farklı ülkelerden kahve getirip, bizim gibi kurukahvecilere çiğ kahve satıyorlardı. Ama onların hiçbiri Brezilya’dan gelen kahveyi tutmuyor” dedi.

“LEZZETİN DEVAMLILIĞI ESASTIR”

Yapım şekli olarak Türk kahvesinin bir ikincisinin olmadığının altını çizen Kaşıkara, şunları kaydetti:

“Bu şekilde pişirme ve içim tarzı Türklere özgü. Özel ithalattan sonra, son 15 senedir yine Brezilya menşeili olmak üzere ithalatçılar farklı markalar adı altında kahve satıyor. İşleyip çuvallayıp satarlar. Onların içinde biz seçici olmaya başladık. Örneğin tonu 3 bin dolarlık kahve var, tonu 2 bin dolarlık kahve var, tonu 3 bin 500 dolarlık kahve var. İnsanlar artık maddiyat tarafına bakıyor. En ucuz kahveyi alıp öğütüp paketleyip satıyor. Biz Brezilya’nın Minas bölgesinin kahvesini satmıyoruz. 81 milyonluk Türkiye’de genelde o kahveden satılıyor. Biz o kahvenin çok üst skalasında, Köşk’ün dağ inciri gibi oradan seçme kahve ithal ettiriyoruz. Numuneleri geliyor. Uluslararası sertifikası olan bir ithalatçımızın laboratuvarı var. Orada test ettiriyoruz. Ona ithal ettirip tezgâha sokuyoruz. Şu anda kahvenin fiyatı bizde yüksek gözüküyor ama bu kahveyi Türkiye’de işleyen 2 firma var, birisi Mehmet Efendi, birisi biziz. Aynı bölgenin kahvesini alıyoruz. Lezzette devamlılığın esas olduğuna inanıyoruz. Ambalajı dahi 1985’ten beri aynı yere yaptırırız. Aynı yerden çiğ kahve ve baharat alırız.” (KIVANÇ UĞUR)

Muhabir: DİLARA YERLİKAYA