Bahçeli, MHP TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, istikbal aydınlığının, ancak onu hak edenlerin müdahalesiyle parlayacağını ifade ederek, bu kapsamda dirençli iyimserliklerini ve dirayetli inançlarını azimle muhafazanın dışında ikinci bir tercihe her şart altında kapalı olduklarını söyledi.
Bu aydınlığın kesintisiz şekilde hem ışık hem de ısı vermesinin milli birlik ve kardeşliğin, toplumsal uzlaşma ve dayanışmanın varoluş enerjisine doğrudan doğruya bağlı olduğunu belirten Bahçeli, istikbal vizyonlarının, Türk milletinin dünya üzerinde olmasını arzuladığı en üst mertebeyi hedef alan ve uzun vadeyi kapsayan ufuk ötesi bir menzilin arayışı olduğunu kaydetti.
Bahçeli, asıl meselenin ufkun ötesine bakabilmek, bu suretle muhtemel fırsat, mükafat ve müşkülatları zamanında öngörebilmek olduğunu belirtti.
Aziz Atatürk'ün, "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kafi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır." ifadesini anımsatan Bahçeli, uzakları yakınlaştıran, uzayan mesafeleri kısaltan, risk ve tehditleri doğru okuyan, çağların üzerinde fikir kanatlarını açıp zamanı bütün zaviyelerinden kuşatan, inanmış milli yüreklerin tarihe derin izler bırakmaya daima namzet olduğunu söyledi.
Bunu yapabilmek için sağlam ve sağlıklı bir tarih şuuruna ihtiyaç olduğunun tartışmasız olduğunu vurgulayan Bahçeli, "Ne söylüyorsak, hangi uyarıları yapıyorsak, bilinmesini özellikle temenni ederim ki, mutlaka tarihi kaynakları ve haklı gerekçeleri vardır. Yaşanan milli tecrübelerin kılavuzluğuyla yozlaşmayı sileriz, yokuşları ineriz, yönümüzü belirleriz, yükümüzü hafifletiriz, yürüyüşümüzü emniyetli şekilde temin ederiz." dedi.
Bahçeli, iktisat teorisinde anlatıldığına göre, marjinal büyüme gayri ekonomik hale gelmişse öne çıkanın zenginleşme değil, yoksullaşma olduğunu ifade ederek, milletlerin hayatında istikrarlı büyümenin ve imrenilecek hedeflerin marjinal temelde izahı yapılamayacağını ve buna dair hiçbir sınır konulamayacağını kaydetti.
Hatta sürekli büyüme halinin, sonlu bir gezegenin ekolojik limitlerine çarpmadan nasıl ve ne zamana kadar devam edeceğinin de uzun zamandır sorgu altında olduğunu belirten Bahçeli, şöyle devam etti:
"1970'li yıllarda Roma Kulübü'nün başını çektiği işbu sorgulamanın mihrakında şanslı azınlıklar, gelir ve servet yığılmasıyla öne çıkan gelişmiş ülkeler değil, tam tersine az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler yer almıştır. Ekonomiden siyasete, enerjiden eğitime, teknolojiden ticarete, sanattan spora, tarımdan sanayiye, sağlıktan turizme, bilimden kültürel hayata, güvenlikten silah endüstrisine varıncaya kadar dünya hakim güç ve çevrelerin tek yanlı dayatmasına çok tehlikeli şekilde maruz kalmıştır. Adaletsizliğin kökleşmesi, ahlaki iflas, manevi erime, insani felaket yer kürenin her köşesine nüfuz etmiş ve saltanat kurmuştur. Zora ve zorbalığa dayalı haksız güç kullanan mütehakkim ülkelerin suçu ve suçluyu, caniyi ve cinayeti kayıran subjektif hukuk dalaveresi, güçsüzlerin haysiyeti ve insan hakları üzerine katliam şantiyesi kurmuştur.
Katliam makinesi, soykırım çetesi siyonist barbarlığın bugüne kadar durmayışı, insanlık adına ve uluslararası hukuk namına hiçbir tazyik, tenkit, telin ve telkine aldırmaması yalnızca bir utanç anıtı gibi karşımızda değil, azami ölçüde uyanık olmamızı gerektiren ibret verici bir saldırganlık ve haydutluk anarşizmidir. İsrail tehdidinde tüm eşikler aşılmış, sözün hükmü hepten aşınmıştır."
Bahçeli, Lübnan'da konuşlu bulunan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü'nün, bölge güvenliğine destek amacıyla faaliyetini sürdürdüğünü anımsatarak, şunları söyledi:
"İsrail öyle bir aşamaya gelmiştir ki, bir yanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ni istenmeyen adam ilan ederken, diğer yanda Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü'ne periyodik saldırılar düzenlemektedir. Bu durum bir cinnet halidir. Otokontrolünü kaybeden sözde bir devlet şiddetin bütün düğmelerine gözü kapalı halde basmaktadır. Sözde devlet diyorum, çünkü İsrail uluslararası hukukun evrensel ilkelerine göre devlet olma vasfından hızla kopmuş, bir cinayet aygıtına, bir ölüm mangasına, bir terör örgütüne dönüşmüştür. Batı Şeria ve Gazze'den sonra Lübnan'ın işgal ve yıkım planı sistematik olarak devam etmektedir. İsrail'in hiçbir yaptırım ve cezai takibata uğramaması, alçaklığının, korkunç azgınlığının, hak ve hukuk tanımayışının başlıca motivasyonu ve moral deposudur.
Birleşmiş Milletler aciz, atıl, dilim varmıyor söylemeye ama korkaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kahredici sessizliğe ve tepkisizliğe gömülü vaziyettedir. Uluslararası toplum derhal harekete geçmelidir. İslam ülkeleri üç maymunu oynamaktan vazgeçerek ahlaki tavrını ve tarafını erdemli ve eylemsel adımlarla berrak şekilde göstermek durumundadır."
İsrail Maliye Bakanı'nın, vadedilmiş topraklar ve büyük İsrail hayalini anlatırken hedef ülkeleri tek tek sıraladığını, Suriye, Irak, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan'ı direkt rencide ettiğini vurgulayan Bahçeli, "Anlaşılan bu nobran itiraf bile henüz müessir bir uyanışı tetikleyememiştir. Elbette böyle gidemez, akan kana hiçbir surette seyirci kalınamaz, insanlık vicdanının heder ve helak olmasına daha fazla iradesiz durulamaz. Tekrar ifade ediyorum, Birleşmiş Milletler derhal kuvvet kullanmalı, suçlular tarih ve adalet önünde cezalandırılmalıdır. İsrail'in savaşı bölgeye yayma hamleleri, Lübnan'dan sonra Suriye'yi işgal hevesleri, üstüne basa basa ifade ediyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti ve mazlum milletler aleyhine çok ciddi bir güvenlik tehdididir. Bu gidişle sınırlarımıza dayanması kuvvetle muhtemel olan siyonist saldırganlığın ve arkasındaki küresel emperyalizmin asıl gayesi bellidir, herhangi bir ihmal ve kayıtsızlık ağır bedellere kapı aralayacaktır." değerlendirmesinde bulundu.
"Ucuz normalleşme teklif ve temennileri bize kalırsa maksatlıdır"
CHP yönetiminin gelişmeler karşısındaki "ilkesiz, ilgisiz, ikircikli ve iltihaplı siyasetinin" endişe verici boyutlarda olduğuna işaret eden Bahçeli, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Mahalle yanarken CHP'nin ısrarla havanda su dövmesi, kaçak güreşmesi, polemik ve dedikodu çarkını süratle çevirmesi ayıplı bir siyasetin ucuz numaralarından başka bir şey değildir. Normalleşme çığırtkanlarına samimi bir hatırlatma yapmanın vakti sanıyorum gelmiştir. Hiç kimse unutmasın ki, hakiki normalleşme 1999 yılında kurulan 57'inci Cumhuriyet Hükümetiyle vücut bulmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi'yle Demokratik Sol Parti'nin koalisyon hükümetinde buluşması, o güne kadar devam edegelen ideolojik katılıkları ve siyasi karşıtlıkları yumuşatmakla kalmadı, milli birlik ve dayanışma hissiyatını perçinledi. Yıllarca kuzey-güney kutbu gibi ayrı düştüğümüz siyasi bir gelenekle deyim yerindeyse Türkiye ve Türk milleti ortak paydasında el ele vererek hizmet etmedik mi? Karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde normalleşmeyi kuvveden fiile geçirmedik mi? Ucuz normalleşme teklif ve temennileri bize kalırsa maksatlıdır, nihayet bu mevzu 25 yıl önce samimi tokalaşma ve kucaklaşmayla zaten halledilmiş ve yeni normal tezahür etmiştir. Normalleşme takıntısı içinde olanlara diyorum ki, geçin bunları geçin, zahmet edip siyasi tarihimizin sayfalarına bakın, orada aradığınızı mutlaka bulacaksınız."
Geçen hafta İsrail saldırıları ve Orta Doğu'daki gelişmeler kapsamında Meclis Genel Kurulunda kapalı oturum yapıldığını hatırlatan Bahçeli, "Kapalı oturumdan hemen sonra Özgür Bey'in açıklamaları ucuz olmasının yanında ileri derecede sorumsuzluk ve savrukluktur." diye konuştu.
Bahçeli, muhalefetin Türkiye'ye yabancılaşmasının, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan dönemde hezeyan nöbetine girmesinin siyaset ve demokrasi hayatı içim vahim bir sancı olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
"Daha kötüsü ise Özgür Bey'in yanından hiç ayırmadığı, ikili görüşmeleri kimlerin namına kayıt altına aldığı meçhul ve muamma olan bir eski büyükelçinin milli gerçeklerle çatışan sözleridir. Hükümetin İsrail ve ABD karşısında ortaya koyduğu tavrı, Atatürk'ün 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' ilkesine ihanet sayan, Türkiye'nin güvenlik kaygısını saçma bulan malum süzülmüş monşerin İsrail'in diplomatik misyon temsilcisi gibi konuşması şayet mankurtluk değilse, biliniz ki müptezelliğin daniskasıdır. İsrail ve sırtını dayadığı ülkeler terörizmin ana sponsorudur. Bunu yok saymak demek köleliğe razı olmak, küfre diz çökmek, zillete yaka iliklemek demektir. CHP'nin durduğu yer Türk milletinin durduğu yer değildir. CHP'nin baktığı yer Türkiye'nin milli hedefleriyle bir ve aynı değildir. En temel milli meselelerde uzlaşmaya yanaşmamak, düşman emellerinin vatanımıza ulaşmasına aleni çanak tutmaktır. Gerçi huylu huyundan vazgeçmez, ancak biz yine de CHP'den umudu kesmeyeceğiz, Türk milletinin ve Türkiye'nin yanında zoraki olsa bile makul bir pozisyon alacağı günleri sabırla bekleyeceğiz."