Türkçe, doğru yazılıp doğru okunmasına olanak veren 1 Kasım 1928 tarihli yeni alfabesiyle, yazı ve konuşma dili durumuna getirilirken 12 Temmuz 1932 tarihli dil devrimiyle yabancı kültür akımları etkisinden kurtarılmıştır.
Evet! Türkçe, uzak geçmişinden Cumhuriyet’e kadar Çin, Arap, Fars ve Slav kültürlerinin baskısı altındaydı. Bilim, sanat, düşün ve tüze dili olmaktan alıkonulmuştu.
Bu durumu, özgün alfabeden yoksunluk veya dildeki yetersizlik gibi gerçeği yansıtmayan savlarla açıklayamayız. Sorunun temelinde dini ve tarihi bağlar, siyasi ve iktisadi nedenler vardır.
Türkçe, Ural-Altay dil ailesindeyken yüzyılların deneyimiyle gelişmiş ve bağımsız bir dil şeklinde ilk evresini, 3 bin beş yüz yıl önce tamamlamıştır.
Türkçenin ilk yazılı eseri de sanıldığı gibi Göktürklerin devrinde değil, Bozkırın İmparatoru Sakalar tarafından 2 bin beş yüz yıl önce, tarihe bırakılmıştı.[1]
Zaman algısını daha netleştireyim. Türkler, Lidya uygarlığını yıkan Pers Kralı Kiros ve Atinalı Euripides ile aynı dönemde alfabe kullanmıştır.
Türkçenin Milat öncesi lehçesiyle konuşan Sakalar, Orhun simgeleriyle yazarken Elamca konuşan Pers Kralı Çivi yazısı, Helence konuşan Yunan Kent Kralları Grek, Anadolu'nun yerli dillerini konuşan uygarlıklar ise Fenike alfabesiyle yazmıştır.[2]
Ancak Türkçenin ilk edebi metinleri, Türklerin siyasi birliklerini geliştirdiği ve tarım toplumuna geçtiği Milat sonrası 7. ve 9.yüzyıl arasında Orhun, Uygur ve Çin alfabesiyle yazılmıştır.
Karahanlı devrinde, Hakaniye Türkçesine uyarlanmış, Fars ve Arap alfabesiyle dini, ilmi, edebi yapıtlar verilmiştir.
Diğer Türk devlet ve topluluklarından Hazarlar İbrani, Gazneliler Arap, Karaman Oğuzları Grek, Volga ve Baltık Türkleri Slav, Kıpçaklar (Tatarlar) Slav ve Ermeni, Altay Türkleri Çin ve Tibet alfabesiyle yazmıştır.
MS.11.yüzyılda tarih sahnesine çıkan Büyük Selçuklu Devleti de kültür dillerinin baskısı altındaydı. Bu nedenle din ve bilim eğitiminde Arapça’yı, devlet ve edebiyat dilinde Farsça’yı yeğlemişti.
Türkçenin ses, biçim ve cümle yapısına uygun olarak geliştirilen Orhun ve Uygur alfabesi, kullanım zorluğundan değil dini, siyasi, ticari, tarihi ve kültürel nedenlerden kaynaklanan yararcı (Pragmatizm) anlayış sebebiyle terk edilmiştir.
Anadolu Türkçesi, Türkiye Selçukluları ve Beylikler zamanında kimlik kazanmış, MS.13.yüzyıldan itibaren Yunus Emre ve çağdaşı ozanların, Mevlâna ve Hacı Bektaş gibi fakihlerin, kültür taşıyan Horasan erenlerinin olağanüstü katkısıyla doruğa ulaşmıştı.
Bu dönemin Türk eserleri de Arap ve Fars alfabesiyle kaleme alınırken Sakarya Nehrinin batısında güçlenen Osmanlılar, dil tarihimizin en önemli değişimini gerçekleştirmişti.
Yönetici sınıfları seyfiye, ilmiye ve kalemiye’nin söz ve yazı dili için Osmanlıca ismiyle anılan, Türkçe ses yapısına ve dil bilgisi kurallarına uymayan yapay bir saray dili oluşturmuşlardı.
Osmanlılarla aynı dönemde tarih sahnesine çıkan Karakoyunlu ve Akkoyunlular da günlük hayatlarında, Anadolu Türkçesi kullanırken yazı dilinde Uygur, Fars ve Arap alfabesini yeğlemişti.
MS.14.yüzyılda Doğu Türklüğü dili de değişim yaşamıştı. Timurlular, Hakaniye lehçesi (Karahanlı) yerine Çağatay lehçesini, Doğu Türklüğünün yazı ve konuşma dili haline getirmişti.
Eski Osmanlıcadan sonra Klasik Osmanlıcanın başladığı MS.16.yüzyılda, Türkçe kelimelerin yerine, Arapça ve Farsça kelimeleri yerleştiren Divan Edebiyatı şairlerine, Ali Şir Nevai’nin Türkçeye değer katan eserleriyle karşı çıkılmıştır.
Osmanlılar, anlaşılması güç bir şekilde anadilinden uzaklaştıkça, Avrupalılar, coğrafi keşiflerle Orta Çağı kapatmış, Latinceden uyarladıkları milli dil ve yazı sistemleri ışığında gelişmenin görkemli yolunu açmışlardı.
Türkçe konuşurlar Avrupalılardan üç yüz yıl sonra, Namık Kemal ve çağdaşı şair ve yazarların eserleriyle buluşmuş, vatan, özgürlük ve yurtseverlik kavramlarıyla tanışmıştı.
Aynı zamanda dilde Türkçecilik akımının fitilini ateşleyen bu bilinç, öylesine uç vermişti ki Türkçe eserlerin basımı dahi yasaklanmıştı.
Nihayet II.Meşrutiyet’le Anayasa değiştirilmiş, Türkçenin ortak konuşma ve yazı diline dönüşmesi sağlanmıştı. Böylelikle halkın hiç anlamadığı, konuşamadığı ve yazamadığı Osmanlıcadan büyük kopuş başlamıştı.
II.Abdülhamit bile Osmanlıcanın halkın ihtiyaçlarını karşılamadığını anlamış olmalı ki Latin harflerinden yeni bir alfabe çalışması yaptırmıştı.[3]
Eğer bugün Türkçe konuşuyorsak ve konuştuğumuz gibi yazıyorsak bunu; Yunus gibi ozanlara, Namık Kemal gibi aydınlara, II.Meşrutiyet atılımlarına, Cumhuriyetimizi kuran, Türk Harf ve Türk Dil Devrimini gerçekleştiren Atatürk'e borçluyuz.
***
Kaynaklar:
(i) Erdal Dulkadir, Alfabenin Tarihi ve Türklerin Geçmişten Bugüne Kullandıkları Yazı Sistemleri, Makale, 2014.
(ii) Hatice Şirin, Başlangıçtan Günümüze Türk Yazı Sistemleri, Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2015.
Dipnotlar:
[1] İlk Türk yazılı eseri, Issık gölü kenarındaki Saka Kurganında elde edilmiştir. Erken dönem Türkçesi ile gümüş bir tasın üzerine Runik simgelerle yazılı bu eser, MÖ. 500’lü yıllara tarihlenmiş ve "Han’ın oğlu 23′ünde öldü. Esik halkının başı sağ olsun" şeklinde okunmuştur.
[2] Yeryüzünde özgün alfabe yoktur. Orta ve Yakın Doğu’da, Avrupa ve Anadolu’da, Doğu Akdeniz ve Ege Kıyılarında kullanılan ilk yazı sistemleri, Fenike (Kartaca) alfabesi türevidir. Fenike alfabesi de Sümerlerin çivi, Mısırlıların resim yazısı uyarlamasıdır.
[3] II. Abdülhamit, Latin harfleri konusundaki ilk çalışmayı, 1850 yılında bilim adamı Mirza Fethali Ahundzade Efendi’ye yaptırmıştır.