Büyük Önder Atatürk'ün Cumhuriyeti kalıcı hale getirmek ve bir daha sömürge durumuna düşmemek için gerçekleştirdiği devrimlerin en önemlilerinden birisi kadına toplumda layık olduğu yerin verilmesidir.
MÜSLÜMANLIK ÖNCESİ TÜRKLERDE KADIN
Aslında Müslümanlıktan önceki Türk töresinde anaerkil bir toplum yapısı egemendi. Erkekler, göç sefer işleriyle uğrarken çocukların bakımı ve eğitimi, evin iç düzeni ve yönetiminde kadının sözü geçerdi. Kağanın eşi (hatun) ve annesi, kağandan sonraki en önemli yöneticilerdi. Kağana bunlar vekalet ederdi. Emirnamelerin geçerli sayılması için “Hakan ve hatun buyuruyor ki” ifadesinin bulunması şaşırttı. Eski Türklerde kadınlar ev işleri, çocuk bakımı gibi ev içi görevlerinin yanında binicilik ve savaşçılıkta birer usta olarak yetiştirilmiştir.
İSLAMDA KADIN
İslam'ın doğduğu bölge ve çağda “kadın” kimlik sahibi değildi. İslâm kadına kısa zamanda bir kişilik kazandırdı. İslam'ın doğduğu Hicaz bölgesinde ve iki – üç yüz yıl içinde yayıldığı bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da karşılaştığı inanç ve gelenekleri kendisine dönüştürmeyi başarmıştır. Sonraki yüzyıllarda kadın Bedevi – Arap kültürünün etkisiyle İslam kültür ve medeniyeti içinde yeterince rol alamadı. Sosyal hakları sınırlandı. Bilim ve sanat alanında kendisini gösteremedi. Büyük ölçüde evi ve tarlası arasında gidip geldi.
OSMANLI'NIN SON, CUMHURİYET'İN İLK YILLARINDA KADIN
Türklerde kadının İslamiyet'ten önceki toplumsal statüsü Arap – İslam kültürünün etkesiyle zamanla geriledi. Osmanlı'nın son, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türkiye'de kadın toplumdan tamamen dışlanmıştı. İslam hukukunun koruyucu kayıtlarına rağmen evlenme ve boşanmada kadının söz hakkı yoktu. Bu da kadını çok defa ve çok yerlerde bir mal gibi alınır, satılır hale getirmişti.
Kadın tek başına sokağa çıkamazdı, kocası bile olsa bir erkekle yan yana yürüyemezdi. Kadınlar, evde, sokakta, mahallede her yerde erkeklerin üstlendiği ortak bir “ahlak bekçiliğinin” baskısı altında idiler. Toplu taşıma araçlarında kadınlarla erkekler bir arada oturamazdı. Üniversitelerde bile kızlar ve erkekler ayrı otururlardı. Kadınlar, sinema ve tiyatrolarda rol alamazdı. Mirasta kız çocuğa erkek çocuğun yarısı kadar hak verilirdi. Mahkemelerde iki kadının tanıklığı, bir erkeğin tanıklığına eşitti. Seçme ve seçilme hakları yoktu.
Bu durum Atatürk'ün kurduğu ve çağdaş uygarlığa ulaşma ve geçme hedefini gösterdiği Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışmıyordu. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında kadınların büyük özverilerinin rolü inkar edilemezdi. Bu durumun düzeltilmesi devrimin önemli bir ögesi olmalı, Türk kadını toplumda hak ettiği düzeye kavuşturulmalıydı. Bu aynı zamanda eşit haklara dayalı demokrasinin de gereğiydi. Demokratikleşme acilen başlamalıydı. Egemenliğin ulusa geçtiği dönemde toplumun yarısını oluşturan kadılar da egemenlik yetkisini kullanabilmeliydi. Ayrıca ekonomik kalkınma hamlesine giren genç cumhuriyetin kadın emeğine gereksinimi vardı. Atatürk, “kadın devrimini” de diğer devrimlerde olduğu gibi halkla devamlı temas halinde adım adım gerçekleştirmiştir.