Hafta sonuna girdiğimiz geçtiğimiz Cuma akşamı Elazığ dan gelen haber hepimizi derinden sarstı.
Siz bu yazıları okuyabildiğinize göre , ben de yazabildiğime göre , kentimizde henüz afet görmediğimizin bir şanslı günümüzde olmamızdandır.
Yarın bizim de ne olacağımızı kimse bilemez ,
Ama Elazığ dün, bizim kadar şanslı değildi maalesef.
Halen artçı sarsıntıların devam ettiği Elazığ, Malatya ,Adıyaman üçgeninde meydana gelen 6.8 şiddetindeki büyük şiddette deprem hafta sonunda tüm TV ekranları, radyo ve medya’yı kapsadı.
Yine geçen hafta ortasında Ege bölgesinde Manisa Akhisar ve Kırkağaç bölgesindeki 3.8 şiddetindeki depremden sonra , meydana gelen Anadolu’daki afet 20 yi aşan vatandaşımızın hayatını kaybetmesine ve 30 ‘u aşan kişinin de enkaz altında kaldığı , bu yazı basılmadan önce gelen ilk bilgileri arasındaydı.
17 Ağustos 1999 Salı günü saat 03:01'de başlayan ve 45 saniye süren kimi çevrelere göre 7.6 ve 7.8 olarak açıklanan sonunda 7,4 olarak kayıtlara geçen Gölcük ve Marmara depreminden bir hafta sonra bölgeye giderek inceleyen biri olarak şu an Elazığ’ daki çalışmaları ve yaşananları çok daha iyi anlayabiliyorum.
Elazığ depreminin de , Marmara depremi gibi gece olmasıyla evlerde yaşayanların enkazda kalmaları ölü ve yaralı sayısını arttırmıştır.
2o yıl önceki Marmara depreminden sonra maalesef deprem kültürünün gelişmemesi, alınan önlemlerin kısa bir süre tavsaması , açıkçası unutulması , her depremde aynı telaşın , kaos’un ve acı görüntülerin yaşanmasına neden oluyor.
Ders çıkarmasını bilmeyen bir toplumuz.
Bilim’e inanmak istemeyen insanlarız.
“Bize bir şey olmaz abi “ diyen neslin devamıyız.
Kanser’in , ölümün kesin nedeni olan sigarayı , tütün’ü ,alkolü ikazlara rağmen bırakmayan bir toplumuz.
Okumuyoruz , öğrenmiyoruz , korkmuyoruz, çekinmiyoruz.
Ne zaman ancak başımıza gelince, “ nerde devlet “ diye haykırıyoruz.
Genlerimize ve geleneklerimize işlemiş , adam sendecilik hala devam ediyor.
Kadercilik hayat düsturumuz olmuş.
20 yıldır depreme dayanıksız yapı stoklarımızı yenileyemedik.
İçinde hala yaşadığımız dayanaksız elle dökülmüş eski beton binalarda yaşamaya devam ediyoruz.
Mühendislik ilmini , bilimini elimizin tersiyle itiyoruz.
Oturduğumuz ev ne kadar sağlam , sorgulamıyoruz.
Bekliyoruz ki, deprem test etsin yıkılırsa gideriz, yıkılmazsa içinde yaşamaya devam ederiz.
Peki ya yıkılırsa , enkazdan çıkamazsak ne olacak..?
Adeta Rus ruleti oynuyoruz.
Japonya’da da deprem bizden daha çok fazla oluyor.
Ama artık yaşamın bir parçası gibi normal karşılanıyor.
Elazığ daki depremde yıkılan yapılara televizyondan daha bir dikkatle bakın.
Çoğu kırsal alanda çamur harçlı taşduvarlı yığma evler. Mühendislik hizmeti almamış ilkel yapılar .Başını sokmak için yapılmış teknikten uzak konutlar ve ahırlar. İlk çağlardaki mağara evler ve megaron denen ilk yapılar dahi bu yeni ancak sağlıksız ve denetimsiz yapılardan çok daha sağlamdır.
Bugünün dayanıksız yapılarında yaşamaktansa , olası depremde daha güvende olmak için , bir çadır da veya karavan da yaşamak inanın daha sağlıklıdır.
Gene TV de 6 bloktan oluşan bir sitede bir bloğun tamamen yıkıldığını gördüm.
Bu site muhtemelen mühendislik hizmeti almış olmalı.
Ancak yapıldığı yılda elle dökülen beton ile yapıldığından , asla projede öngörülen beton kalitesini elde etmek mümkün değildir.
Bu nedenle köylerdekine benzer depreme dayanıksız yapılar şehirlerimizde de az değil.
Hatta bu nitelikteki betonu elle dökülmüş binalar , çok katlı olduklarından köydekilerden de daha tehlikeli.
Neden mi..?
Köydeki tek katlı ahır veya konuttan sağ kurtulmanız daha büyük oranda mümkün , ancak şehirlerdeki zayıf beton ile inşa edilmiş apartmanların enkazlarını kaldırmak çok uzun süreceğinden canlı çıkmak da çok zor.
Peki ne yapmalı..?
Ne demişti ulu önder Atatürk ?
Hayatta en hakiki mürşid ( yol gösterici ) ilimdir fendir.
Hatta kendisini de aşan şu sözle ;
“ eğer benim söylediklerim bir gün bilimle çatışırsa, benim değil , bilimin yolunda gidin “
Hayatta bilimin yol göstericiliği , akıl ürünüdür.Eğer buna uymazsak , bize verilen aklımızı kullanmazsak, başımıza gelenler her depremde afette bugün yaşadıklarımızdan farksız olacaktır.
İçinde yaşadığımız dayanıksız binalar bir gerçektir. Çünkü maalesef geçmişin tüm olumsuzlukları evlerimizin kolon ve kirişlerinde öylesine sessiz durmaktadır.
Ne zaman bir deprem olduğunda, güvendiğimiz yapılar maalesef üzerimize yıkılmaktadır.
Biri yarın öleceksin dese hemen önlemimizi alırız ama, evimizin yıkılacağına inanmak istemeyiz.
Nereye gideceğiz demeyin.
Tercihinizi yapın.
Ya daha sağlam ve hazır betonla inşa edilmiş küçük de olsa sağlam bir ev’e taşının, ya da bir an önce devlet imkanlarıyla oturduğunuz evi “kentsel dönüşüm “ ile yenileyin.
Yoksa yarın sizin içinde çok geç olabilir.
SÖZÜN ÖZÜ :
BİLMEDİĞİNİ BİLMEK EN İYİSİDİR. BİLMEYİP DE BİLDİĞİNİ SANMAK TEHLİKELİ BİR HASTALIKTIR.
MEHMET ÖZÇAKIR
mehmetozcakir@hotmail.com
P.K:110 EFELER – AYDIN
GSM : 0.505.8077828