Coğrafya, ülkeleri, bir de mutlu mutsuz memleketler diye ikiye ayırır ve birinciler içinde Anadolu'ya başköşede yer verir. Mutlu ülkeler üzerinde yaşayan halk topluluklarına (refah (gönenç içinde yaşamaları için gereken şeyleri vermekle kalmayıp, doğal verileri ile onların yüksek bir kültür düzeyine çıkmalarını kolaylaştırdığı gibi sınırdaş ülkeleri, ticaretle tarımla, sanat ve zanaatla, kültür etkisi ile hatta savaşla kendi çığırlarına sokar, yükseltir, kalkındırırlar.
Mutsuz ülkeler ise yaradılışı ve doğal koşulları çetin ve cimri (arktik, çöller, bozkırlar gibi) olan ve üzerinde yaşayan halk topluluklarını, varlıklı kültürlü memleketlerin yardımı ve desteği ile ancak kit kanaat geçindirip, barındırabilen ülkelerdir.
Asya ve Afrika'nın kurak bölgelerindeki kötüye gelişmeler, çölleşmeler eskiden iklim değişikliğine bağlanırdı. Şimdi iyi biliniyor ki bu doğru değildir. Ama şu da iyi bilinmektedir ki her memleketin kültür peyzajlarındaki iyiye güzele değişiklik de o memlekette yaşayan halkın yetenek ve çabasına bağlıdır.
Bizim eskiler, Anadolu'yu bugün herkese göğsümüzü gere gere gösterdiğimiz eserlerle donatmayı, Anadolu'ya özgü bir kültür peyzajı yaratmayı bilmişlerdir. Anadolu şimdi, kültür coğrafyası bakımından da en yoğun, en canlı devrini geçirmekte, kırların, bayırların, köylerin kentlerin bile yüzleri, fizyonomisi (yüz okuma) hızla değişmektedir. Modern araçlar bunu çok kolaylaştırmıştır.
Zorunlu olan bu değişmeler olurken ayrıca dikkat edilmesi gereken bir şey de memleket doğasına özgü özelliklerin bozulmadan korunmasıdır. Anadolu'da Cumhuriyet'in kültür peyzajını yaratmak, Anadolu'yu güzelleştirmek, abadan (şen, zengin, bayındır)ve aranan bir memleket durumuna getirmek, bizim elimizdedir.
“Alıç Ağacı ile Sohbetler” kitabının yazan, doğa tutkunu Prof. Dr. Hikmet Birand Alıç Ağacına şöyle sesleniyor, sohbetlerinin sonunda:
Dikmen Alıcı! Sohbetlerimize başlarken demiştin ki dünyayı canlandıran, Şenelten, sizin ve bütün canlıların yaşayabileceği bir yurt haline getiren biziz, biz bitkiler... Sohbetlerimizin sonunda da, bir gün gelmişsin bakmışsın ki yoğum, beni senden başka kim hatırlar!
Doğru söylemişsin. Seni benden başka kimse hatırlamaz artık, hatta seni kesip yok eden bile... Ama sohbetlerimizi dinleyenler sanıyorum ki unutmayacaklardır seni. Sonra, belki bir gün gelir, biz de seni, dallarında öten kuşları, çiçeklerine konan kelebekleri kendimiz gibi beller; hepimiz için şenelttiğiniz bu dünya yurdunda, onların da bizim gibi yaşamaya hakkı olduğunu anlar, hiçbirinize kıyamaz oluruz.
Doğa tutkunu, eğitimci, şair ve yazar Mustafa Kemal Yılmaz'ı şiiriyle analım:
TOPRAK SOYU
Bir küçük bağım olsa derim,
Toprağı sıcak ve yumuşak.
Bereket, buram buram tütse
Daha ne isterim...
Bir dönüm ya da yarım,
Kuşlar uğrasa ağaçlarıma
Onlara kendi elimle yuva yaparım.
Daha ben uykuda iken
Güneş, itip kapımı girse içeri…
Otlar, böcekler cümbüşte
Bir görmelisiniz çiçekleri.
Görsem sebzelerimi
Güleç ve büyümüş.
Akşamdan sabaha
Can damarlarına sevi yürümüş.
Büyütene, üretene hayran
Hayran yaratana.
Ben her kavgada küçükten, haklıdan yana.
Bir dut koparsam dalından dipdiri.
Teşekkürüm sonsuz büyük doğaya.
Bir kırmızı ekşimsi elma
Bir yarış, bir yarış ki
Tatlı bir yanda,
Acı ve ekşi bir yanda.
Bir yarış, bir yarış ki
Tüm bitkiler heyecanda.
Bir toprağım olsa derim,
Şöyle bir avuç el kadar.
Ya da bir adam boyu.
Çağırıyor albenisi toprağın
Neylersin,
Benimki toprak soyu.