DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY, DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR

Abone Ol

“Hiçbir zaman şu an yaşadığınız an'a göre daha genç olmayacaksınız" der bir veciz söz .

Değişimin sürekliliği ve hayatın gerçeğidir bu söz.

Güzel vatanımız Cumhuriyet öncesi işgal yıllarında , Cumhuriyet sonrası fakirlik ve sorunlarla boğuşmaya devam ediyor.

Hep özlediğim bir Avrupalı ve demokrasisi gelişmiş devletler gibi işi, sadece çalışmak ve hayatı sorunsuz yaşamak olan bir ülke olamadık gitti 100 yıldır.

Tüm enerjimiz ya teröre, ya da kısır siyasete, ya yanlış ekonomik tercihlere, tanıtım eksikliklerine, uluslararası alanda yanlızlığa ya da ilkesiz politikalara kurban edildi ve ediliyor.

Aynı parti iktidarında bir bakan değişince tüm kadrolar allak bullak,

Bir eğitim bakanı gelince , tüm eski kararlar rafa..!

geçenler de duyduğumda şaşırdım.

Demokrat Parti 1950 de seçimlerle işbaşına geldiğinde ,dış politika da devamlılığı sağlamak üzere eski bir CHP li bakanı Dışişleri Bakanı olarak atamış.

Gene yaşadığım için hiç unutmam..!

1990 lı yılların başında Aydın belediye başkanı seçilen Aksu, , rakip partilerin adaylarına beraber çalışmayı teklif etmişti.

Bu çağrıya o zamanlar , Aydın devlet Hastanesi başhekimi Sema Pişkinsüt seçimlerde karşı karşıya geldiği rakibi ile birlikte çalışmayı kabul eden tek rakip aday kabul etmiş ve seçilmediği halde Aydın belediye başkanı olarak hizmet etmeye başlamıştı.

Yadırganacak bir durumdu ama, işte liyakat ve hizmet gereği olması gereken de buydu..!

Siyaset seçimlerle biter, hizmet liyakat ile devam eder.

****

“Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” sözü tecelli etti,

Bit pazarlarına artık antikacı dükkanı gibi bakılıyor.

Her Çarşamba günü olduğu gibi, bugün fatih Kapalı Pazar yerinde kurulan bit pazarında,

eski gaz lambaları , kömürlü ütüler, ender kitaplar,eski plaklar, nostalji ve geçmişe dönüşü yaşatıyor.

geçmişe döndüğümde kan ve ölüm var maalesef.

gençliğimin en güzel 10 yılı geçti 70 'lerde.

anarşi ve terörün en sıcak günlerinde ..!

O yıllarda çocukluğunu yaşayanlar, büyüklerinden ''Şimdiki çocuklar çok şanslı!'' sözünü çok sık duyarak büyüdüler.

Ama şimdiki kuşak, çocuklarına aynı şeyi söyleyemiyor.

Bu çağın çocukları şanslı olup , olmadığından ne kendileri ne de bir başka kimse emin değil.

Bir yığın tüketim ürünüyle donatılan hayatlarında, şimdiki çocuklar çok yalnız.

Yaratıcılığı kışkırtan ''yokluk ortamında'' değil , sıkıntıyı büyüten, derin bir tembellik ve umursamazlık yaratan ''bolluk ortamında'' büyüyorlar.

Sözlü iletişimin yerini artık kişisel sanal sohbetler aldı.

yüzyüze görüşmenin yerini sanal ortam da " face to face " aldı.

Özellikle büyük şehirlerde yaşayan çocukların çoğunluğu eriği ağaçta değil, manavda görüyor.

Ayva çalmak, dut çalmak , nedir bilmiyorlar.

Acaba kaç tanesi gölgeli, serin bir bahçede, tulumbadan buz gibi su çekip ayaklarını yıkamıştır?

Ya da bu günlerdeki gibi Buzdolabının pek yaygın olmadığı devirlerdeki gibi Ramazan akşamüzeri soğukuyulardan evlerine testi içinde su taşımıştır?

Şimdiki çocuklar, her akşam ateşle kavrulmuş beton kaldırımlarını , sokakların bahçe sulama işiyle görevlendirilmenin o dayanılmaz hazzını da bilemeyecekler.

Çünkü artık yazlıkların fazlaca özenilmiş, gürbüz ama aptal çocukları andıran bahçelerini sulama işini büyükler kimselere bırakmıyorlar.

60' ları yaşarken çocuktum, pek bilmem, ama 70' lerde çocuk değil genç olmanın en güzel yanı '' özgürlük '' duygusuydu.

Gerçi bunun anlamını o yıllarda sorun da etmiyorduk, çünkü bütün boş arsalar, kapısız bahçeler, kaldırımlar, sokaklar, parklar, deniz kenarları bizimdi.

Bunun bir çeşit çocuk özgürlüğü olduğunu, arsalar, i binalarla dolduktan, geniş, serin bahçeli evlerin yerini apartmanlar aldıktan,sokaklar arabaların egemenliğine bırakıldıktan sonra, büyüyünce anladık.

Meğer ne şanslıymışız, çünkü mahalle aralarında boş arsalarda, çok özgürmüşüz!

bizden öncekilerin ise evlerinin iç bahçeleri ve avluları oyun parklarıydı...!

Nerede yaşarlarsa yaşasınlar, çocuklar için '' sokağa çıkmak '' deyimi vardı.

Hala var belki, ama sokaklar çok değişti ve eskisi gibi güvenli değil.

Sokağa çıkmak, tanımlanmış bir özgürlüğe adım atmaktı.

Okuldan gelince bilgisayar karşısına geçilmez, sokağa çıkılır, akşam olup hava kararana, anneler yemeğe çağırana dek, kan ter içinde oynanırdı.

Yaz tatillerinde sokağa çıkmak ise, tüm günü sokakta geçirmek demekti.

O zamanlar iki türlü anne vardı:

Birincisi '' gelenekçi '' , ikincisi '' modern '' anneler...

Gelenekçi anneler de ikiye ayrılırdı:

Gelenekçi- iyi, gelenekçi- kötümser anneler.

Gelenekçi iyi anne, çocuğun ve çocukluğun ne olduğunu bir tür iç güdüyle bilir, çocuğunu uzaktan kollar, bunu belli etmez ve rahatsız etmezdi.

Terlediklerini fark edince usulca gelip, sırtına tülbent koyar, reçelli ekmek hazırlayıp verirdi.

Gelenekçi anneler kötümser ve bencildiler.

ama bu da kendi çocukluğunun yetiştirilmesinden kalan mirastı.,

bu mirası çocuğuyla paylaşmanın zamanıydı..!

Çocuklarını kahvaltıdan hemen sonra sokağa yollar, hiç ilgilenmezlerdi.

Böyle anneleri olan çocuklar karınları acıktığında anneleri komşuda olduğu için, arkadaşlarından otlanmak zorunda kalır, terlerler, terleri sırtlarında kurur, ama hep böyle yaşadıkları için hasta da olmazlardı.

Disiplinden uzak, kendi başlarına geçirirlerdi günlerini.

Modern annelerde ise kendilerince bir çocuk yetiştirme bilinci vardı.

Disiplinli bir anlayış..!

Bir kere sokağa çıkmanın saati vardı.

Çocuklarının hangi çocuklarla oynayacağını, hangi oyunları oynayacaklarını kendileri seçerler, çocuğun fikrini almazlardı.

o zamanlar" kirlenmek özgürlüktür " gibi saçma reklamlar da yoktu..!

Üstünü" kirletmeme zorunluluğu " da çocuk özgürlüğüne vurulan bir darbeydi.

Bu çocuklar mahallenin çocukları arasına rahatça karışamazlar, kendilerini dışlanmış hissederlerdi.

Pamuk helva, leblebi tozu, macun almaları yasaktı, ayva çalamazlar, kağıttan rulo halin getirilmiş topla sokak maçı yapamaz, sapanla kuş vuramazlardı.

Uzun sürecek oyunlara da '' birazdan annen çağırır oğlum '' gerekçesiyle alınmazlar, onlar da annelerinden nefret ederek, hava kararana dek sümüklerini çekerek, top peşinde koşturan çocukların oyunlarını seyrederlerdi.

Annelerinin kötü huylu bulduğu çocuklar gibi sokakta, üzerine Vita yağı veya sana sürülüp şeker ekilmiş ekmek yiyemez

asla küfür edemezlerdi.

Bunların arasından annelerini dinlemeyenler çok sık çıkardı.

Onlar lider ruhlu olurlar, çocukların başına geçerler, oyunu örgütlerlerdi.

Keyifli bir gün geçirirlerdi, ama eve gidince çıkan olayları saymazsak...!

O yıllarda sokağa çıkma anlayışında genel eğilim, iki saatte bir, ancak bir Murat , Anadol veya Renault marka ilk otomobillerin , bir kaç at arabası ve faytonun geçtiği, çiğnenme tehlikesi olmayan, sakin sokaklarda çocukların yorulana dek oynamalarıydı.

Hava kararmadan yoruldukları da söylenemezdi.

Yine de orta halli ailelerin, gelenekçi- iyi annelerin çocukları, babaları işten döndükten sonra dışarıda kalmazlar, evlerine giderlerdi.

Ya da '' Baban geldi, seni çağırıyor '' denince hemen eve yollanırlardı...''

Bizim zamanımızda 1970 lerin en başlarında ,artık siyah beyaz TV ler çıkmasıyla sokaktan evlere dönüş başladı.

Telesafir yaygınlaşıp , gelenlere çay ikram etmek zorunda kalan Televizyon sahipleri,

arka odalara geçer, kapıları açmaz hale gelirlerdi.

İşte ilk kez bu zorunlu davetsiz misafirlerden kopukluk , bu teknoloji ile başlamıştı..!

“ bu akşam bir maniniz yoksa annemler size misafirliğe gelecek” , sözü artık yanıtsız kalmaya başladı.Çünkü apartmanlarda komşuluğun adı yalnızlık oldu.

oysa eskiden bu soruya hep “bekleriz yavrum" cevabı alınırdı..!

velhasıl eskiye Özlem , bambaşka bir şeydi,

68 kuşağı bir ideal uğruna yola çıktı,

70 kuşağı ardından gelen terör ve kanla büyüdü.

80 ler sıkıyönetimin asker disipliniyle sorgulamadan yaşadı,

90 lar ve sonraları "lay laylom " geldi geçti..!

2000 lerde her şey teknolojiye esir oldu.

Herkesin en yakın dostu, Televizyon , diziler, cep telefonu ve internet oldu.

Bugün artık X-Y-Z nesli olarak söylenen günler geride kaldı.

Ama acılarıyla beraber.

Artık yeni bir nesil bekliyor bizi. Adı ne olursa olsun , günümüz teknolojosini Z kuşağı gibi en iyi kullanan, ama X-Y nesli gibi sabırlı ve çalışkan .

SÖZÜN ÖZÜ


ÇOK FEDAKARLIK YAPANA KIYMET VERİLSEYDİ,

YILLARCA TARLAYI SÜREN ÖKÜZ'E BIÇAK SÜRÜLMEZDİ.

MEHMET ÖZÇAKIR

mehmetozcakir@hotmail.com

PK:110 EFELER - AYDIN

GSM : 0.542.7608691