Son yazımızda Osmanlı Devletinin tarıma dayalı bir ekonomi olması nedeniyle bitkisel üretim yapılan tarım arazilerini koruma amacı ile farklı dönemlerde farkı kanunlar çıkardığını söylemiştik.
Yerleşik üretim yapan Osmanlı çiftçisi yüzyıllar boyunca “göçebe” Yörük/Türkmen topluluklarının tarım arazilerine verdikleri “zarar” lardan şikâyetçi olmuş, devletten tedbirler alınmasında ısrarcı olmuşlardır.
Konar-göçer bir yaşam sürmekte olan bu kesimler, ekonomik olarak hayvancılıkla uğraşmaları sebebiyle yaylak-kışlak arasında gidip gelmekteydiler. Osmanlı içerisinde yerleşik toplumdan farklı bir yapıya sahip olan konar-göçerler merkezi otoriteden mümkün olduğu kadar bağımsız görünmekle birlikte bunlar için düzenlenmiş olan kanunlar çerçevesinde yaşamlarını sürdürmekteydiler.
Kanunnamelerde konar-göçer Yörükleri tanımlarken kullanılan “Yörük lâ mekândır ta’yîn-i toprak olmaz her kande dilerse gezerler” ifadesi bunların başıboş dolaşan bir güruh olduğu anlamına gelmez. Nitekim kanunnamelere göre konar-göçerler, konup-göçtükleri güzergâh içerisinde çevreye zarar vermemeleri gerekirdi. Bunun aksi durumunda ise konar-göçerlikten men edilmekteydiler. Çevreye zarar verme meselesi özellikle yerleşikler ile konar-göçerler arasındaki en önemli ihtilaf konusuydu
Ekili ve dikili tarım arazilerinin doğal afetler dışında insandan da korunması gerekmekteydi. Özellikle hayvancılıkla beslenen “göçebe” Yörük ve Türkmen boy, cemaat ve kabileleri yaylak ve kışlaklar arasında mevsimlere uygun göç ettikleri dönemlerde ekili dikili arazilere hayvanları ile zarar vermeleri üzerine ortaya çıkan şikâyetler modern anlamda olmasa da “ Çiftçi Mallar Koruma” teşkilatının oluşmasına gerekçe hazırlamaktaydı.
Osmanlı Dönemlerinde Tazimata kadar tarım topraklarının, tarımsal sulama sularının, arkların, meraların korunması kanun ve emirnamelerle düzenlenmeye çalışılmıştır. Ocak 1614 tarihli belgede bu cemaatlerin “reaya ve berayanın ziraat ve hiraset eyledikleri terekelerin yedirüb ve çiğnedüb külli zulüm ve teaddi üzere oldukları” ifade edilmiştir. Benzer durum diğer eyaletler için de geçerli olup devlet ısrarla beylerbeyi ve kadılardan “itaat-i emr-i şer etmeyenlerin ve başbuğ olup fesada bais olanların” şer ile haklarından gelinmesi istenmektedir.
Konar-göçerler ile yerleşikler arasında her dönem yaşanan problemlerde, konar-göçerlerin akrabalık ve aşiret bilinci ile ortak hareket etmeleri nedeniyle, daha çok yerleşikler etkilenmiştir.
Tanzimat döneminde, öncelikle tarımsal gelişmeyi sağlamak için tarımsal bürokrasi faaliyete geçirilmiştir. Bu kadronun temel amacı, tarımsal üretimin arttırılıp çeşitlendirilmesi, pazara dönük tarımsal ürünlerin üretimi teşvik edilerek dış ticaret dengesinin sağlanması, tarımsal üretim araçları ve yöntemlerinin modern hale getirilmesi olmuştur. Bu gelişmelerin sağlanması için, tarım okulu kurulmuştur. Ekonomik gelişmeyi engelleyen sorunların giderilmesi için merkezi ve mahalli olarak programlar düzenlenmiştir.
Tanzimat Dönemi sonrasında da tarım önemini kaybetmediği gibi yapılan reformlarla yeni teşkilatlanmalara gidilmiştir. Ziraat Mektepleri, Ziraat Bankası, Ticaret ve Ziraat Odaları, Vilayet Ziraat Müdürlükleri, Kaza Ziraat Müdürlükleri bu dönemde kurulurken Çiftçi Mallarının bugünkü görev ve yetkileri Kaza Ziraat Müdürlükleri tarafından yürütülmüştür.
1858 tarihli Arazi Kanunnamesi’ne kadar toprak mülkiyetinde bir anarşi söz konusuydu. Bu anarşinin en temel sebebi toprak hukukunun tek olmaması ve uygulanmakta olan şer'i ve örfi hukukun başta mülkiyet olmak üzere pek çok başlıkta birbirleriyle çelişen hükümlere sahip olmasıydı. Kanunnamenin hazırlanma amacı yeni bir toprak hukuku devrinin kanununu yapmaktı ve bu kanun, Kanuni Sultan Süleyman döneminden bu yana arazi hukuku konusunda yürütülmüş bütün yasama faaliyetinin ortaya çıkarttığı çelişkiler yumağını ortadan kaldırmak gibi önemli bir işleve sahip olacaktı. Osmanlı köylüsünün kendi arazisine sahip olması “Çiftçi Malları Koruması” kavramının da ortaya çıkmasına neden olmuştur.