Bugünlerde siyasi partilerde “aday adayı enflasyonu” yaşanıyor. Özellikle parlamentoda grubu bulunan ve 14 Mayıs seçimlerinde parlamentoya girip çoğunluk sağlama olasılığı yüksek partilerde aday adayı sayısı daha fazla.
Her aday adayı, kendi beceri ve yetenekleri doğrultusunda partisine, şehrine ve ülkesine faydalı olacağına ilişkin söylemler geliştiriyor. Muhakkak ki, siyaset bir iddia işi. Topluma hizmet yolunda önemli bir mekanizma olan siyasette yer alan aktörlerin de iddialı olması, projelerini, topluma dair gelecek planlarını paylaşması çok doğal. Bunları gayet normal karşılıyorum.
***
Ancak gerek bir basın mensubu gerekse de seçmen olarak siyasetçinin “ulaşılamayan” olanını asla makbul görmüyorum. Hele bazı siyasîler var ki, daha aday adayıyken telefonlara çıkma veya geri dönüş yapma nezaketini göstermiyor. Durum böyle olunca insan sormadan edemiyor, bir siyasetçi daha makam sahibi değilken böyleyse yarın bir gün olur da vekil seçilirse vatandaş ona nasıl ulaşacak?
***
Yani diyeceğim o ki, aklımda deli sorular. Halk, “ulaşılmaz”, “kendini toplumdan üstün gören”, toplumdan kopuk siyasetçi modeline sıcak bakmıyor. Seçtiği temsilcilerin de toplumla iç içe olmasını, kibirden uzak ve tevazu sahibi olmasını istiyor.
Seçim arifesinde, aday adaylarının propaganda yaptığı şu günlerde bunu anımsatmakta yarar görüyorum. Ha bir de seçime kadar ulaşılabilir olup da seçildikten sonra “ulaşılmaz” olanlar var ki, işte o daha da vahim bir durum.
Son tahlilde, siyasetçinin ulaşılabilir, toplumun derdiyle dertleneni makbuldür.
Kalın sağlıcakla…