SELÇUKLU TARIMINDAN NOTLAR

Abone Ol

Orta Asya'da bile göçebelik artık bazı değişiklikler göstermekteydi. Göç edenler genellikle yerleşik düzeyde yaşayan halklar değildi. Ayrıca burada, develeriyle uzun yolculuklara çıkan göçebelerle, sürüleriyle mevsimine göre göç eden göçebeler arasında bir ayrım yapmamız gerekir. Anadolu'da birinci türden göçebeler azdı, buna karşı köylere bağlı, otlak bulmak amacıyla mevsimine göre göç eden göçebeler çoğunluktaydı. Acaba bunların arasında, bir yere yerleşerek çiftçilik yapmış olanlar da var mıydı? 'Gezginler, Türkmenlerden çoğunlukla göçebe çobanlar olarak söz etmişlerdir. Ama bunu yalnız hâlâ göçebe olarak yaşayanlarla ilgili olarak söylemiş, yerleşip, toprakla uğraşmaya başlayan bölümü bunun dışında bırakmış olabilirler. Savaşlarla ilgili anılar o bölgelerde her zaman göç etmeye hazır bir halkın yaşadığı izlenimini veriyor, ama bu konuda da gene dikkatli olmamız gerekir. Türkmen ormancıların ve oduncuların da bulunduğunu biliyoruz. Tam anlamıyla göçebelikle ender karşılaşılmakta, göçebe çobanlarla yerleşik çiftçiler bir kaynaşma içinde yaşamaktaydılar. Çiftçilerin genellikle yerliler olduğu doğrudur, fakat bu dönemde bile çoğu bölgede Türk çiftçileri de vardı (801).

Türkiye Selçuklu Devleti’nin sultanları, sadece ticareti geliştirmiyorlardı, tarımı da teşvik etmekle kalmıyor aynı zamanda destek de veriyorlardı. Anadolu’da özellikle, savaş sebebiyle boşaltılmış olan bölgelere çiftçilik ile uğraşan kitleler yerleştiriyorlardı. Böylece, hem boşaltılmış bölgelere sadece çiftçi yerleştirmekle kalmıyor, atıl kalmış topraklar da tekrar değerlendirilmiş oluyordu. Bundan daha da önemlisi, bu çiftçilere tekrar üretici olabilmeleri için de toprak, tohumluk buğday, ziraat aletleri ve çift hayvanları dağıtılıyordu. Hatta bu yeni çiftçilerden birkaç yıl vergi alınmayarak veya vergiler azaltılarak, çiftçilerin kendilerini ekonomik anlamda toparlamaları sağlanıyordu. Bu himayeci siyasetin doğal bir sonucu olarak, ülkede ziraî üretim oldukça artıyor ve halk zenginleşmeye başlıyordu (517).

1071 Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Malazgirt zaferinden sonra Selçuklu komutanları Anadolu’nun çeşitli yerlerine akınlarda bulunmuş ve fetihler yapmışlardır. Bu komutanlardan Çaka Bey İzmir bölgesini fetih etmiş ve Çaka Beyliği’ni kurmuştur. Böylece Bizans’ın Anadolu’yla olan bağının arasına güçlü denizci bir Türk beyliği girmiştir. Çaka Bey’in İzmir bölgesini ele geçirmesinin ardından Batı Anadolu şehirlerinin ekonomisinde bir canlanma olmuş ve bölge ticari önemi tekrar kazanmıştır. Tralleis'in zeytin ve inciri dış ticarette tekrar önemli bir konuma gelmiştir. Çaka Bey emrindeki görevlilere emir vererek Tralleis ve çevresindeki tarım alanlarını tespit ettirmiş, zeytinlik ve incirliklerin bakımlarını yaptırtmıştır. Bu sayede kısa sürede zeytin ve incirler bölge ekonomisinde önemli bir konuma gelmiştir. Tralleis ve Menderes çevresinden toplanan incir ve çıkarılan zeytinyağı fıçılar ve sepetlere konularak kervanlarla İzmir'e taşınmıştır. Taşınan zeytin ve incir İzmir Limanı'nda bulunan Venediklere satılmış ve farklı coğrafyalara zeytinyağı ve incir ihracı yapılmıştır. Böylece zeytinyağı ve incir ticareti gelişmiştir. Çaka Bey gümrük tarifesinde düzenleme yapmış ve yerli ahalinin ekonomisinin güçlenmesini sağlamıştır. Bu durumdan Bizans ticareti ciddi yara almıştır (901).