Geçtiğimiz hafta sonu Liselere Geçiş Sınavı (LGS) vardı. Sınav heyecanı yaşayan aileleri, liseye hazırlanan ortaokul son sınıf öğrencilerini görünce geçmişe dair düşüncelere daldım.
Türkiye’de eğitim sisteminin ‘yaz – boz tahtası’ misali olduğu ve öğrencilerin adeta ‘yarış atı’ gibi görüldüğü hepimizin malumu…
***
Bizim zamanımızda bu sınavın adı OKS yani Ortaöğretim Kurumları Sınavı idi. O zaman, okulda öğretmenler evde aileler tarafından 13 – 14 yaşındaki beyinlere pompalanan algı, ‘Fen veya Anadolu lisesine mutlaka girmelisin. Yoksa yanar biter kül olursun’ şeklindeydi. Ben de çok net olarak bu psikolojiyle iç içe geçirdim o yılları.
Sayısal derslere henüz ilkokul sıralarında ‘soğuk’ baktığım için sözelde elde ettiğim başarıyla herhangi bir Anadolu lisesine girememiştim. O yıllarda sınavsız öğrenci alan Aydın Lisesi’ne kaydımı yaptırdık. Sonrasındaysa Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne girdim ve oradan mezun oldum.
***
Altını çizmeliyim ki, bir Anadolu lisesine girmek veya girememek, fen liselerinde okumak veya okuyamamak her şeyin başlangıcı ve bitişi anlamına gelmiyor.
Unutmamak gerekir ki, öğrencilerin bir sınavda kaç net yaptığını ölçen bir sistemle bu toplumun bir arpa boyu yol alması mümkün değil. Taze beyinlere kaç net yaptıkları değil, okuma alışkanlığı, eleştirel ve sorgulayıcı düşünme becerisi, bunlardan çok daha önemlisi de ülkesine ve toplumuna faydalı ‘iyi insan’ olma bilinci aşılanmalı. Bu yapılmadığı takdirde yalnızca elde ettiği net sayısıyla övünen, insani değerlerden bihaber bir toplumsal yapının kökleşmesi kaçınılmazdır.
***
Bireylere çocuk yaşta sınav stresi yaşatmakta maalesef toplum olarak üzerimize yok!..
Demem o ki, ülkenin yarınlarında söz sahibi olacak çocukların geleceğini birkaç saatlik ‘çoktan seçmeli’ sorularla dolu sınavlara hapsetmeyelim. İlgi ve yeteneklere göre yönlendirme yapılan bir eğitim sisteminin inşası için seferber olalım.
Bunu yapabilmek için hâlâ geç kalınmış değil…