Önceleri kocakarılar saçak altlarına çöküp evlatlarının çocuklarına bakardı. Evlatlar gelinlerle bahçeye bağa gider, çalışırdı. Kocakarılar da onlar bir lokma ekmek verirlerse yerdi. Şimdilerde ne var… Hükümetimizden Allah razı olsun! Yaşlıları kimsenin eline baktırtmıyor, gidin çalışın da demiyor. Yaşlılara aylık bağlıyor; yok olanları besliyor.
***
BOLLUK VE YOKLUK
Ülke şuan çok değişti. İmkânlar bollaştı. Hiç elbise dikilmeyecek olsa kimi insanımızın yirmi yıl yetecek elbisesi var. Otuz-kırk sene önce böyle miydi ya? Çoğu insanın bir kat elbisesi vardı. Erkek olarak hele bir tane İngiliz pantolonun varsa senden iyisi yoktu. Çalımından yanına varılmazdı. Bizde elbise eskidikçe yama üstüne yama yapılır giyilirdi. Lastik pabuçlarımız vardı. Yırtılırsa, onları kızgın demirle yamar yeniden ayağımıza geçirirdik. Her yer kasap, her yer market, paran varsa etin alasını yiyorsun günümüzde. O zamanlar nerede o bolluk. Kurban kesen aileler bu nedenle hayvanın postunu işledikten sonra, ya duvara asar veya seccade-yolluk yapardı. Bu, onlar için büyük bir onur meselesiydi.
Çocuklar şimdilerde oyuncak beğenmiyor ama biz, bazen anamız yatak yorgan yaparım diye sakladığı paçavraları kaçırabildiğimiz kadar kaçırır, bu paçavraları birbirine dolayarak top yapardık. Bazen de topumuzu kesilen büyükbaş hayvanın idrar torbasından kendimiz imal ederdik. Saç ayağının birisi kırıldığında bunları toplar; arka arkaya bağlar deve yapar; kervanlar kurardık. Kargı kesip, onu apış aramıza alıp at eylerdik… Deh, çüş diye yere sürüye sürüye; tozu toprağı katarak, kâh doludizgin kâh rahvan onu sürerdik. Dana s..kinden yapılma kırbaçla bu atları coştururduk. Çoğu zaman babalarımız kendilerinin sahici atlarında kullanmak için bu kırbaçlarımıza el koyardı. Ağaçtan topaç oyar, onu ipe dolayıp döndürürdük. Bir uzun- bir kısa çomak keser; çelik çomak oynardık. Oyun gayet basitti yere küçük bir çukur kazar; küçük çomağı bu çukurun üzerine koyar; büyük çubukla bu çomağı en uzağa atmaya çalışırdık. Kim en uzağa atarsa oyunun birincisi o olurdu. Yanlışlıkla çomağı diğer çocukların üzerine atmak da mümkündü. Çok çocuk yaralanmıştır bu nedenle. Hatta kör olanlar çıkmıştır. Öğretmenler bu oyunun tehlikeli olduğunu ilan etmişlerdi ama kim dinler. Başka eğlencemiz yok ki. At koşumlarında kullanılan mavi boncuklarla misket oynardık. O zamanlar camdan imal edilmiş bilyeler(misket) bize çok pahalı gelirdi. Kimi çocuklar oyunda kazandığı misketleri biriktirip diğer çocuklara satardı. Hele cam bilye biriktirmişsen mahallenin sözde en paralı çocuğu sen olurdun. Kırık kiremitleri üst üste yığar; bu yığını topla devirirdik. Oyunu oynayan çocuklar bu kiremitleri ebe kendisini topla vurmadan tekrar üst üste dizmek zorundaydı. Ebe, kiremitleri dizmeye çalışan çocukları topla tek tek vurarak onları oyun dışı yapmaya çalışırdı. Saklambaç elbette favori oyunumuzdu. Yakartop adında diğer bir oyunumuz vardı. Bu oyun iki takım halinde oynanırdı.
Tahta parçalarıyla kum yığınlarında yollar, köprüler, barajlar yapardık. Tuğla bloklarını araba gibi düşünerek yaptığımız bu yollarda el yordamıyla sürerdik. Telden birbirini bağlı iki teker yapar, bu teker çiftinin ortasına bir kargı monte ederek onu sürerdik. Hava kararana kadar sokaktaydık. Nihayet annelerimiz eve çağırırdı bizleri. En son da “Akşam Böceği” oynardık. Oyunu rastgele bir çocuk başlatırdı; akşam böceği der bir çocuğa değer. Kendisine değinilen çocuk diğer herhangi bir çocuğu değerek ebeliği üzerinden atmak için o çocuklarından peşinden koştururdu. Bu oyun aslında hiç bitmezdi. Annelerimizin zoruyla eve girerdik artık. Çikolatalar, bisküviler nerede o zamanlar… Atla-eşekle şehre pazara giden babamızın yolunu gözler; onun pazardan getireceği ekmeği, helvayı, simidi büyük bir heyecanla beklerdik. Hey gidi hey!