Orta Çağ, M.S. 350 yılında başlayıp 1453 yılında sona ermiştir. Bu zaman diliminde dünya kaoslara ve tarihe kaydedilmiş büyük savaşlara sahne olmuştu. Savaşlar genellikle din kökenliydi ve özellikle kutsal Roma kilisesinin kışkırtması neticesinde çok kanlı savaşlar yaşanmıştı. Yani insanlık tarihinin dönüm noktalarını oluşturan savaşların arkasında dinler vardı. O dönemde kilise babaları daha ileri giderek para karşılığında tebaalarına cennetten arsalar bile satmışlardı. Fakir ve cahil halk kiliseye sonsuz bir güven duyuyordu ve ellerindeki bütün birikimleri kilise yetkililerine vererek cennetten kendilerine arsalar almışlardı. Kilise ne derse o kanunların bile üstündeydi, öyle ki dönemin en büyük kralları bile kutsal kilise ne derse onu yapmak zorundaydı. Yüzyıllar boyunca bu böyle devam etti.
Yüzyıllar geçse de dinler de aynı, maalesef insanlar da aynı… İnsanlar inanmaya müsait, dinlerin yöneticileri de ikna etmeye… Günümüzde bir çok din tebaalarına öyle yükler yüklüyor ki zavallı insanlar şaşkınlıkla korku arasında yaşamaya mahkum ediliyor. Dini ritüeller adı altında inananlardan paraları adeta hortumlanıyor. Örneğin dua etme, ölü defin etme, ölenlerin arkasından dua okuma, ölen kişiyi çevreye duyurma ve daha bir çok işlem karşılığında inançlı kişilerin paraları alınıyor. Oysa Allah kutsal kitaplarını bizlere ücretsiz vermedi mi? Peygamberleri aracılığıyla bizlerle irtibat kurmadı mı? Hangi peygamber Allah kelamı sözleri para karşılığı halklara sattı? Tabii ki hiç değil mi? O zaman bu din üzerinden para kazanmakta neyin nesi? Kim ve yahut kim belirliyor bu fiyat tarifelerini? Cahil ve bilgisiz ama Tanrı sevgisi çok olan kişileri aldatmak onların ellerinden paralarını almak günah değil mi?
Zaman değişse de din tüccarları tarihin her döneminde varlığını sürdürüyor. Az önce saydığım tüm şeyler, yani dini kullanarak bir nevi ticaret kapısı açanların sayısı ülkemizde ve dünya genelinde o kadar fazla. Dinin içerisinde varmış gibi lanse edilen o kadar çok uygulamalar var ki şaşırmamak elde değil. Örneğin ülkemizde; bir kişi vefat ettiğinde toprak mevlidi, üç gün, yedi gün, elli ikinci gün, seneyi devriye mevlidi ve daha pek çok ritüeller tam bir para harcama durumu. Oysa kutsal kitapta bu uygulamaların yazmadığı sadece yüzlerce yıllık gelenekler olduğu görülüyor. Aynı durumlar diğer dinler içinde geçerli maalesef, mum yakmak, dua okutmak, cenaze defininde dua okutmak, rahiplere para karşılığı özel dualar okutmak ve benzeri durumlar söz konusu. Bunlar için iyi bir meblağı cepten çıkartmak gerekiyor. Yoksa ölüler mezarlarında rahat edemez gibi safsatalar anlatılır ve kişiler endişeye ve korkuya salınır.
Zamanlar değişse de dinler üzerinden kolay para kazanma işi asla eskimiyor hatta yeni uydurma ritüeller daha bu işlere kazandırılıyor. Oysa tanrı ölüler için '' onları kefenleyin ve toprağa gömün, topraktan geldiniz ve toprağa geri döneceksiniz'' der. Tek tanrılı dinler olan İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilik'e ait kutsal kitaplarda ölülerin arkasından yapılan hiçbir ritüelden bahsetmez. Ölmüş olan kişilerin kefenlenip mezara defnedilmesi dışında şu dualar okunur, şu adaklar yapılır diye bir kayıt yok. Yani tanrının kutsal sözlerinde olmayan ritüeller insan geleneklerinde maalesef var ve hala devam ediyor.