Hacı Mustafa askerlik bitiminden sonra tek başına, Söke’ye göçtü ve ailenin esas mesleği olan bir kasap dükkanı açtı. H. Mustafa kısa sürede işlerini yola koyunca, baba Ömer Efendi de dahil olmak üzere kardeşleri (Söke eski Belediye Başkanı) İzzet (Paşa) ve kız kardeşleri Fadime ve Rukiye Söke’ye göçtüler.Hacı Mustafa ve kardeşi Behbet efendi Söke’nin zenginleri arasına girdi. H. Mustafa kasaplığı bırakıp kereste tüccarlığı yaptı. Bu sırada Söke ovasında araziler satın aldı. Kardeşi Behçet efendi de işleri çok ilerletti. Göktepe Pasajının bulunduğu yere büyük bir han yaptırdı. İzzet Bey ise erkek kardeşlerin en küçüğüydü. O ticari hayatını Söke’de değilde, İncirliova civarlarında devam etti. İzzet Bey, on-onbeş yıl içinde ailenin en zengin ferdi haline geldi. Amcasının oğlu Hacı Halil Paşa ile yarışırcasına Aydın, Ortaklar ve Nazilli’ye kadar yaklaşık 280 adet arazi zeytin ve incir bahçesi sahibi oldu. Her ilçedeki arazilerin başına yine o bölgeden bir kahya temin ederek bu arazileri ve bahçeleri işletti. Osmanlı’nın son devriydi. Etraf eşkıya ile doluydu. Eşkıya yol kesiyor. Yoldan geçenleri soyuyor. İzzet Bey kahyalarına yanlarında hiçbir zaman silah taşımamalarını vve yanlarında daima 2-3 altın taşımalarını söylüyor ve emir veriyordu. Her kahyasının cebine maaşından ayrı 3 altın koyuyor ve “Bunları kati şekilde harcamayacaksınız ve devamlı yanınızda bulunduracaksınız. Eğer eşkıya yolunuzu keserse bu 3 altını verip canınızı kurtaracaksınız. Bu 3 altın sizin maaşınızdan ayrı kalacak çünkü sizin hayatınızı kurtaracaktır. Eşkiyaya karşı sakın silah çekmeyin. Çünkü ya sen onu öldüreceksin, ya da o seni öldürecek. O seni öldürürse senin için hayat bitmiştir. Sen onu öldürürken o eşkıyanın kızanları iki-üç ay sonra gelir, evini basarak seni öldürür. Yani her iki sonuçta da hayatını kaybedersin. Ölü kahyanın bana hiç faydası yoktur”der.--Zaten o devirde eşkıya cebinde para bulamadığı adamı öldürürmüş. Bu gün hala bu bölgede, “parasız adam, gereksiz adamdır” söylenirmiş.
İzzet Bey Türkiye’nin incir kralıydı. Her ilçede ve her kasabada, kendisinin bir incir alıcısı vardı. O günkü Köşk ilçesinde incir alıcısı Köşk’ün meşhur doktoru Ali Koç ile sonradan AKP döneminde Turizm Bakanı olan Atilla Koç’un babasıymış. İzzet Bey’in Sultanhisardaki incir alıcısı ise Aydın milletvekili Ertuğrul Kumcu’nun babasıydı.--İzzet Bey ise İzmir Ticaret Borsasının değişmez yönetim kurulu üyesi ve bir dönem Borsa Başkanlığı da yaptı. İzzet Bey’in İzmir’deki muhasebesi de Buca’nın meşhur Belediye Başkanı Süha Göksel’in babası tutuyordu. İzzet Bey’in o günkü serveti incir ve zeytin bahçelerinin yanısıra çiftlikleri varmış. O devirde günümüzdeki gibi portakal, erik ve nar bahçeleri yoktu. Esas zirai gelirin büyük bölümü incir ve zeytinden geliyordu.İzzet Bey’in ölen ilk karısından 5, ikinci karısından da 2 çocuğu dünyaya gelmiştir. 7 çocuğu olan İzzet Bey öldükten sonra çocukları arasında hiç miras kavgası olmadı. Çünkü ölümünden 5 yıl önce her ilçedeki mallarının tamamını bir çocuğuna, o ilçede bakan kahya ile birlikte devir etti. Böylelikle her gayreminkule 7 kişinin birden hissedar olmasını önleyerek, çıkacak miras davalarının önlerini kesti.
İzzet Bey Ortaklardaki arazi ve zeytin bahçelerini kızı Muazzet Orbay’a, Germencik’teki arazi ve bahçeleri oğlu Mithat Ayayadın’a, Koçarlı’daki çiftliğini oğlu Celal Ayaydın’a, Koçarlı ovasındaki arazilerini ve dağlardaki zeytinliklerini Celadet Eğinli’ye, Köşk’teki arazi ve bahçeleri oğlu Faruk Ayaydın’a, Nazilli’deki arazileri ve Haseki Sultan Çiftliğini oğlu Etem Ayayadın’a bıraktı. İzzet Bey öldükten sonra hiçbir çocuğu arasında miras kavgası oldu.--Söke’de Hacı Halil Paşa ölünce mirası, aileden olan İzzet Bey bölüştürdü. H. Halil Paşa’nın çocukları İzzet Bey’in hakemliğini kabul ettiler. İzzet Bey, gayet adilane bir şekilde hiçbir davaya meydan vermeden H. Halil Paşa’nın iki eşinden olan çocukları arasında mirası paylaştırdı.
İZZET PAŞA İLE İLGİLİ KÖYLERDE ANLATILANLAR
Bir dönem Aydın Belediye Başkanlığı görevini yürüten İzzet Paşa’nın Aydın sınırları içindeki malları dillere destan Osmanlı’nın başkenti İstanbul’dan atıyla yola çıkan bir seyyah, Manisa’ya geliyor. Burası kimin, şurası kimin diye soruyor. Hep Karaosmanoğullarının diyorlar. Adam Aydın’a geliyor ve bir ağaç altında dinleniyor. Burası kimin? Diye soruyor. “Arap İzzet’in” diyorlar. Atını alıp başka bir kasabaya gidiyor ve yine “burası kimin” diye soruyor yine Arap İzzet’in diyorlar. Böyle birkaç defa daha sorup aynı cevabı alınca adam atından inip atının eğerinin arkasından atın poposunu “şap” diye vuruyor ve “Bu da Arap İzzet’in” olsun diyor.
Devlet 1950 senesine kadar köylüden yol vergisi alırmış. Tahsildarlardan biri bir köylüyü yakalamış ve ondan yol vergisi istemiş. Gariban köylü: “Sen benden ne vergisi istiyorsun?” deyince Tahsildar: sen İncirliovadan Koçarlı’ya yürümedin mi” demiş. Köylü: “Evet yürüdüm ama hep Araz İzzet’in bahçeleri içinden geçtim. Menderesi’de yüzeyerek geçtim. Karşı taraftaki Arap İzzet’in ekin tarlalarından geçerek Koçarlı’ya varıverdim. Ben devletin yolunu mu kullandım da benden yol parası istiyorsun?” demiş.
Arap İzzet’in kızı evlenme çağına gelmiş. Aydın’a Konya’dan bile talipler gelmiş. Ancak İzzet bu taliplerin hiç birini beğenmez. Kızım bunlar fakir, hep bizim paraya geliyorlar demiş. Ama kız bunlardan birini beğenmiş. Babası: “Kızım bu da fakir deyince, kızı babacığım yarım tenekeciği bile yok mu demiş. Yani yarım teneke altın yok mu demek istemiş. Anlayacağınız Arap İzzet’in kızına göre, fakirlik sınırı yarım teneke altınmış.Bugün bile Koçarlı dağ köylerinden kız istemeye gidildiğinde, kız aileleri, kızları için 15-20 bilezik işte şu kadar metre altın zincir isteyince kızı isteyen taraf “Biz Arap İzzet’in kızını istemeye mi geldik” derlermiş.